İktidarın avukatlık yasasına ve baroların yapısına yönelik müdahale hazırlığına karşı, 60’a yakın baro başkanı bulundukları illerden Ankara’ya doğru "Savunma Yürüyüşü" başlattı. Ankara’da toplanacak baro başkanları burada Anıtkabir’i ziyaret edecekti.
Türkiye’nin Corona virüsü salgını, işsizlik, açlık, yoksulluk, adil yargılanma gibi pek çok sorunu ortada iken, iktidarın baro seçimlerini gündeme getirmesi düşündürücüdür. Gaziantep Baro Başkanı Av. Bektaş Şarklı, “Biz talimatla susacak barolar değiliz. Gerekli mücadeleyi vereceğiz” demiştir.
Avukatlar, toplumun, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insanı insan yapan değerlerin savunulmasında sığınabileceği tek limandır. Baroların parçalara ayrılarak susturulması, tüm toplumun susturulması anlamına gelir. Hukukçusu, savunması özgür olmayan toplumun insanlarının özgür olacağı düşünülemez. Avukatlar, doktorlar öğretmenler gibi topluluklar iktidarın ‘ferasetine güvendiği’ toplulukların dışında kalıyor.
Adam baltayla ağacı kesiyormuş, ağaç dile gelmiş demiş ki baltaya; “Sen beni kesemezdin ama ah sapın benden olmasa”
Avukatların direncini kırmak, haklı mücadelelerini dumura uğratmak için kendi içlerinde Bekçi Murtazalar oluşturulmaya çalışılıyor.
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, AKP'ye ve bir Adli Yıl açılış töreninde kendisini azarlayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a yakınlaşma ve ilgiye değer çıkışlar yapma gayreti peşindedir. Fikir babası FETÖ olan yeni baro düzenlemesine karşı durması beklenirdi. Oysa rakiplerini etik olmayan yollardan, iktidara hedef göstererek; “ben devletin menfaatini hukuk çerçevesinde korumakla görevli bir örgütün başkanıyım” dedi.
“İddia makamı” ve “Mahkemeler” zaten devletin yüce çıkarlarını savunuyor. Vatandaşı masum halkı, kitlelerin hak ve hukukunu kim savunacak? Eğer ülkede halk savunmasız kalıyorsa o ülkede “Hak, hukuk, adaletten” bahsedilebilir mi? Yoksa “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün ne anlamı kalır.
Avukatların cübbesi düğmesizdir. Bu onların özgür ve bağımsız oluşunun göstergesidir. Fakat Sayın Fevzioğlu’nun son yıllarda, galiba cübbeye içerden birkaç düğme diktirdiği kanısını taşıyoruz.
“Ben devletimin çıkarlarını savunurum” sözü zaten bağımsız olan avukatlık mesleği bir yana, hakimlerimizin dillendireceği bir kavram da değildir. Aksi halde hukuk devletinde bağımsız yargı söylemi anlamsız olur.
Alman Barolar Birliği Başkanı Dr. Ulrich Wessels, bakınız ne diyor: “Bizim avukatlar olarak gücümüz devletten bağımsız olmamızda yatıyor. Yani devletten uzağız. Herhangi bir idari yapının, herhangi bir devlet merciinin yaptırımı altında hareket etmiyoruz. Bu bağımsızlık neden bu kadar önemli? Çünkü sadece bağımsız olan avukat, vatandaşın adalete erişimini tesis edebilir, sağlayabilir.”
Av Fahrettin Kayhan ise; “Devlet avukatlığı, totaliter ve otoriter rejimlerde görülen bir uygulamadır.” demektedir.
Ülkenin 60’a yakın baro başkanı, kavgasız, gürültüsüz başkente girip, kurucusunun huzurunda saygı duruşu yapamıyorsa, oturup düşünmek lazım, ülkede demokrasi ne haldedir?
Sonuçta devletin çıkarları için avukatlar birer “Bekçi Murtaza” değildir. Devlete karşı yurttaşın çıkarlarını savunmak, avukatlık mesleğinin ana ilkeleri arasındadır. Cumhuriyet tarihi boyunca barolar bunu hakkıyla yapmıştır. “Hukukun üstünlüğü” ve “insan haklarının varlığı” başka nasıl açıklanabilir.