Bize özgü, Türklere özgü, Türkiye’ye özgü; ulusal, sağlıklı, tutarlı bir kültür birliğimiz, kültür politikamız var mı?

Yok!...

Niye yok?...

Çünkü hâlâ, “yerleşik düzene uyarlanamadık” (da); onun için, yok...

Hâlâ göçerliğin kalıntılarının etkisi altındayız. Sürekli at sırtında olan, sürekli yer değiştiren, sürekli göçer durumunda olan bir neslin çocuklarıyız. Hâlâ göçer, hâlâ göçer ruhluyuz...

Asırların birikimi olan bu kalıntıları kazıyıp yok edemiyoruz.

Bu eğitim ve öğretim sisteminde ısrar ettiğimiz sürece de; bu izleri yok etmemiz, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde mümkün olmayacak.

*    *    *

Göçerliğimiz süresince; bünyemizin kabul etmediği, edemeyeceği kültürlerin, inançların ve yaşam biçimlerinin (özellikle de Ortadoğu kültürü ve yaşam biçimlerinin) bombardımanlarının etkisinde kaldık.

Bakmayın siz bizim resmi tarihçilerimizin(!) yazdıklarına...

Tarihte, Türkler kadar asimilasyona ve soykırıma  uğrayan bir başka ulus yoktur.

Fethedilen coğrafyaların halklarını Türkler değil; fethedildiği sanılan o coğrafyaların halkları, Türkleri kullanmıştır. O ülkelerden, o uygarlıklardan Türkler değil; o ülkeler, o uygarlıklar, Türklerden yararlanmıştır.

Türkleri sadece asimileye, soykırımlara uğratmakla  kalmamışlar;  halklarının,  dinlerinin, uygarlıklarının,  topraklarının da  bekçiliğini  yaptırmışlardır.

Doğal olarak da bu bekçiliklerin bedeli ağır olmuş; kraldan fazla kralcı olan Türklerin bu yanlış siyasetlerinden , en büyük zararı yine Türkler görmüştür.

Bu uğurda, nice Kılıçaslanlar, nice Genç Osmanlar feda edilmiş, nice acılar yaşanmıştır....

Özellikle Arap’lar (gerektiğinde Batı’lı toplumlarla da işbirliği yaparak) Türkleri, istedikleri zaman, istedikleri gibi, istedikleri şekilde kullanmışlardır.

Sonuçta ne oldu?

Biz de onlara benzedik.

Arabesk bir toplum olup çıktık. Şimdi her telden çalıp, her sesten oynuyoruz.

Geleneklerimiz, göreneklerimiz, kafa yapımız her bir şeyimiz arabeskleşti.

En acısı dilimizi kaybettik. Kardeş kardeşin dilini anlayamaz oldu.

Duygularımızı, hazlarımızı, zevklerimizi; kısacası ortak kültürümüzü ve ortak değerlerimizi yitirdik. Kültürümüzü geliştirmek ve yaymak bir yana; kültürümüzün ve ortak değerlerimizin yabancı kültürler tarafından boğulmasına çanak tuttuk. Tutmaya da devam ediyoruz...

Bunca saldırıdan, örselenmeden ve yıpranmadan sonra; şimdi de dikiş tutturamıyoruz. “Sağlıklı ve tutarlı bir kültür politikası” oluşturup, geliştiremiyoruz. Yılların verdiği tahribatı onarmak mümkün olmuyor. Hoş zaten onarmak, düzeltmek için; ciddi bir çaba da göstermiyoruz.

Arabesk toplumumuzun; anneleri, babaları, öğretmenleri, yöneticileri, bürokratları ve siyasetçileri de arabesk olduğu için; herkes hayatından memnun...

Kimse çevresinde olup biteni görmüyor, duymuyor. Görse de, duysa da; görmezden, duymazdan geliyor...

Seviyesizlik aldı başını gidiyor... Herkes sadece bugünü ve “kendi yarınları” için yaşıyor. Gelecek kuşakların yarınları; kimsenin umurunda değil...

Eğitimsiz gençlerimizin, eğitimsiz insanımızın; fiziksel hastalıklara olduğu gibi, sosyal hastalıklara karşı da bünyesi zayıf. Metropol kentlerimizin barlarında, pavyonlarında, gece kulüplerinde olan rezilliği televizyonlardan hayretle ve ibretle izliyoruz. Bu bugünün işi, bugünün rezilliği değil; geçmişten, geliyor.

Eğitime önem vermediğimiz, eğitmediğimiz, eğitilmediğimiz sürece de; bu seviyesizlik, sürüp gidecek...

Pekiii... yakın bir erimde, insanlarımızı eğitebilme şansımız var mı?...

Bu sosyal yapıyla, bu demokrasi anlayışıyla, o da mümkün değil maalesef...

Yani?

Yani, “ne olacak bu ülkenin hali” muhabbetine devam...