2024 yılı ile ikinci yüzyılına giren Cumhuriyet, tarihinde ilk kez önemli bir hukuk kavgasıyla bir kriz yaşar olmuştur.

Üstelik bu kriz, toplumda yargıya güvenin giderek sarsıldığı bir dönemde yüksek yargıdadır.

Yani görünüşte, Yargıtay’la Anayasa Mahkemesi arasındadır.

Konusu bir “hak ihlali” kararı gibi görünse de galiba sorun daha derinlerde yaşanır gibidir.

Ve de sanki alttan alta birikmiş bir kavganın, alttan alta birikmiş bir öfkenin dışa vurumu gibidir.

Oysaki yargı, demokratik bir devlet olmanın kuvvetler ayrılığından biridir.

Bu üç kuvvet ise yasama, yürütme ve yargıdır.

***

AYM, 27 Mayıs’ın bir getirisi olmuştur.

Çünkü Cumhuriyetin kuruluşundan o güne kadar 39 yıl AYM yoktur. 1961 anayasasına dayanarak 25 Nisan 1962’de kurulmuştur.

2010 ve 2017 anayasa değişikliği referandumlarına göre de bugünkü konumuyla, üyelerinin görev süreleri 12 yıl olan, 15 üyeli bir üst yargı organıdır.

Ayrıca 2010 referandumu ile bireysel başvuru hakkı da verilmiştir.

Aslında 27 Mayıs’ın getirisi olan 1961 anayasası ile devlet yeniden dizayn edilmişti.

Bunlar:

-Anayasa Mahkemesi (AYM),

-Türkiye Radyo Televizyon Kurumu (TRT),

-Hakimler Savcılar Kurumu’nun (HSK) öncesi olan Yüksek Hakimler Kurulu,

-Milli Güvenlik Kurulu (MGK),

-Devlet Planlama Teşkilatı (DPT),

-Grev ve Toplu Sözleşme Hakkı,

-1980'e kadar süren Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi olarak çift meclisli çalışan yasama dönemi, o dönemin yani 1961 anayasasının ürünüdür.

Yargıtay’ın kuruluşu ise 1868 yılıdır.

***

Peki, ne olmuştu?

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Gezi Parkı davasından tutuklanan ve 18 yıl hapis cezası alan Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Can Atalay’ın bireysel başvurusu üzerine “hak ihlali” kararı veren AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.

Yine de ikinci kez AYM’ye bireysel başvuru yapıldı.

AYM, ikinci kez de “hak ihlali” kararı verdi.

Ve bu dönüşümde yerel mahkeme olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi hep aynı kararında direndi.

Yargıtay hep aynı kararında direndi.

Anayasa Mahkemesi hep aynı kararında direndi.

Sorun da burada başladı.

***

Bu kavgaya siyasetin bakışı ise:

Muhalefet kanadı bu kararı, “yargıya yapılan bir darbeolarak yorumladı. Hatta bu bir devlet krizidir denildi.

İktidar kanadı, “Yargıtay’ın AYM’nin ihlal kararına uymama hükmü doğrudur dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez dedi.

Ve Erdoğan’ın bu açıklaması üzerine Yargıtay Başkanlığı tarafından, konuya ilişkin önemli bir açıklama yapıldı. Bu açıklamada, AYM’nin hukuk sistemini kaosa sürükleyen kararlar aldığı söylendi.

***

İşte bu oluşumlar, Türkiye’de hukuk sistemi için tehlikeli bir gidişin kıvılcımı olmuştur.

Çünkü:

Türkiye siyaseti, milli konularda bile bir birlik görüntüsü veremezken

Özellikle muhalefetin gözünde, başkanlık sistemiyle kuvvetler ayrılığı yok edilmiş görünürken

Ve bugün toplum, neredeyse sosyal medyada adalet ararken

Yüksek yargıdaki bu kavga, cumhuriyet değerlerini ve cumhuriyet kurumlarını tahrip edebilecek tehlikeli bir adım olmuştur.

Ayrıca:

Uzun süredir sivil bir anayasa söylemi gündemde tutulurken

Ve de AYM kapatılmalıdır gibi sözler de dolaşıma sunulmuşken

Yargıda görünür olan bu kavga, elbette çok manidar olmuştur.

Çünkü nasıl olur da süzüle süzüle o kurumlara ulaşmış hukuk insanları, tüm ayrıntılarıyla yazılı olan, hiçbir muğlak ifadesi bulunmayan anayasanın 14’üncü maddesini, farklı yorumlayıp bunu yüksek yargıda bir kavgaya dönüştürmüşlerdir?

Herhalde bu kavganın alt yapısı ciddi ciddi bir sorgulanır olmalıdır.