Cumhurbaşkanı Erdoğan, Endonezya’da düzenlenen G-20 Liderler Zirvesi dönüşünde, “Ahmet Kaya’nın ailesinin istemesi durumunda mezarını Türkiye’ye getireceklerini” söyledi. Geçmiş yıllarda da zaman zaman dillendirilmişti.
Bu nedenle Ahmet Kaya kimdir, bir hatırlamak ve de hatırlatmak gerekti.
***
Evet, kimdi bu Ahmet Kaya?
Şarkıcı ve besteci idi. Yaptığı müziğin tarzına “özgün müzik” denilmişti. “Arabesk” ya da “protest müzik” olarak da tanımlanmıştı.
Özellikle ünlü şairlerin şiirlerini bestelemiş ve okumuştu.
Attila İlhan’ın, Can Yücel’in, Nevzat Çelik’in…
Hasan Hüseyin’in, Enver Gökçe’nin, Ahmet Arif’in…
Ve Yusuf Hayaloğlu'nun şiirlerini bestelemiş ve okumuştu.
Ve de Ahmet Kaya, 12 Eylül darbesiyle susturulmuş bir toplumun müzikle konuşan dili olmuş, 80'li ve 90'lı yıllara “protest” bir damga vurmuştu.
Toplumun her eğilimi dinliyordu onu.
Sağcısı-solcusu, laiki- muhafazakârı, Türk’ü-Kürt’ü yani herkes dinliyordu onu.
Çünkü herkesin duygularıyla örtüşen bir yanı vardı sesinin ve okuduğu sözlerin.
Ama 10 Şubat 1999 günü linç edilmek istenmişti Ahmet Kaya, Magazin Gazeteciler Derneğinin ödül gecesinde.
Ödülünü alırken yaptığı konuşmada, “Yeni albümümde Kürtçe bir parça okudum. Kürtçe şarkıya bir de klip’te çekeceğim” demişti.
İşte bu söz üzerine linç edilmek istenmişti. Hem de gecede bulunan ünlü sanatçıların gözü önünde…
Oysaki yılın en iyi protest müzik sanatçısı ödülünü almak için davet edilmişti.
Ve Hürriyet Gazetesi, “Vay Şerefsiz” manşetini atmıştı. Ama yıllar sonra, Genel Yayın Yönetmeni olan Ertuğrul Özkök özür dilemiş, Paris’teki mezarını ziyaret etmişti.
Sonuçta Annesi Türk, babası Kürt olan Ahmet Kaya, 16 Haziran 1999'da ülkesini terk etmek zorunda kalmış, 28 Ekim 2000 günü ölmüştü.
***
Ve 24 Aralık 2013 günü verilen bir ödül…
24 Aralık, bir toplumsal felaket olan Maraş olaylarının anıldığı bir gündü.
Diğer bir taraftan da ülkesini terk etmek zorunda kalan ve yurt dışında ölen bir sanatçıya ödül verildiği gün oldu.
Birincisi, bu toplumun unutamayacağı bir katliam ve bir yarılmanın başlatıldığı gündü.
İkincisi, buruk bir sevincin yaşandığı gün oldu.
Ve ölümünden 13 yıl sonra, “2013 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü” Ahmet Kaya'ya verildi.
Gerekçe olarak “müzik alanında, müziği, yorumu ve söylemiyle farklı görüşlerden çok sayıda insanı bir araya getirdiği” için denildi.
Eşi Gülten Kaya almıştı bu ödülü ve anlamlı bir konuşma yapmıştı.
“Kültür sanat, bizim topraklarımızda hep merkezileştirmeye çalışıldı. Devlete sadakati istendi. Dolayısıyla muhaliflere bedeller ödetildi” demişti.
Doğru bir tespit idi. Çünkü sanatın özünde aykırılık vardır. Ve bu aykırılık, gelişimin itici bir gücüdür. Zaten sanatın önemli bir işlevi de toplumsal itirazları ifade etmektir.
“Muhalif kimliğini gerek düşünceleri gerek üretimiyle birleştiren Ahmet Kaya, bu ülkenin tabii ki itirazlarını cesurca dillendiren bir yurttaşı, bir sanat adamıydı. Sanırım bu ödülün en şaşırtan yanı da buydu” diyerek devam etmişti Gülten Kaya.
Herhalde ülkedeki etnik yarılmanın, yeni bir yapıştırıcısı olabilme anlamında önemli bir mesajı olacaktı bu ödülün. Çünkü Ahmet Kaya, Türk-Kürt ayrışmasını birleştiren bir köprü idi. Farklılıkları kaynaştıran bir sesti.
İşte bu ödül, ödül olmanın ötesinde bir mesajı olan, 2013 yılının en anlamlı bir ödülü olmuştu diyebiliriz.
***
Ahmet Kaya, hemşerimiz Soner Yalçın'ın da yakın bir arkadaşıydı. Fiziksel benzerlik bulanlar da olurdu. İlginç anıları vardır ikisinin.
İşte onlardan biri, Soner Yalçın’ın anlatımıyla:
“1993'te Aziz Nesin liderliğinde solun tüm renklerini kapsayan günlük Aydınlık Gazetesi'ni çıkarıyoruz.
Ahmet Kaya, gazete yararına konser vermek için Ankara'ya geldi. Gazeteyi ziyarete geldiğinde odama geçtik. O gün Ankara büroda çalışan yazarlar da 'hoş geldin' demek için odaya gelmeye başladı.
İlk gelen Attila Aşut'tu. Sonra Şükrü Günbulut geldi. 'Hoş geldin Ahmet' deyip gittiler.
Ahmet Kaya bir dönem Aydınlık hareketi içinde yer almıştı; Doğu Perinçek'i yakından tanıyordu. Doğu Perinçek aksaktı. Attila Aşut ve Şükrü Günbulut da aksaktı.
Ahmet Kaya, Attila Aşut ve Şükrü Günbulut'la arka arkaya tanıştıktan sonra döndü gülümseyerek şöyle dedi: 'Yahu Soner, bizim sol harekette hiç mi sağlam adam yok?"
Başlıktaki ifadeye dönersek, mezarın getirilip getirilmemesi çok da önemli değildir. Çünkü bu kimlikler toplumun gönlünde yer bulmuş, zaten unutulmaz olmuşlardır.