Aldığı maaşın yarısı veresiye aldığı bakkalın, manavın, kasabın, manifaturacının... defterinde yazılı hesabın kapatılmasına gider. Ancak askerliği de yaklaşmış, vatan borcunu ödeyecektir. Askerliğini yedek subay olarak yapacaktır. Üniforma giymek güzeldir de, üniformayı giyinceye kadar altı ay yedek subay hazırlama okulunda, maaş almadan, başka bir yerden geliri olmadan, altı ayı geçirmek güzellikten ziyade bir kabustur O’nun için. Yalnız kendisi olsa, okulun verdiği karavana ile altı ayı doldurur, geride bıraktığı ailesinin geçimi, verilemeyecek ev kirası ne olacaktır? Bunları düşündükçe karabasan basar bedenini.
Hani “Kul bunalmayınca Hızır yetişmz” derler ya, çalıştığı okula Hızır gibi iki kişi girer. Öğretmenler Odası’nda konuşma yapar. Bunlar İrfan Yayınevi’nden gelen yayıncılardır. Hikaye yazmalarını, özellikle çocuk hikayeleri yazmalarını, yazıp gönderenlerin hikayelerini inceleyip değerlendireceklerini, kitap haline dönüştürerek yayınlayacaklarını söylerler. Adres bırakıp giderler.
Abdulkadir Ozulu’nun eli kalemi tutmuş, yaratılışından var olan duygularını yazıya dökme, beğeniye sunma dürtüleri canlanmıştır. Hemen o gece oturur daktilosunun başına. Hiç karalama yapmadan, kurguladığı öyküyü, çata-pata kağıda geçirir. Sonraki, sonraki geceler de bir bir daha... Bitirir öykülerini. Bir-iki düzeltme yapar yazılı kağıtlar üzerinde, bırakılan adrese, İstanbul-İrfan Yayınevi’ne gönderir.
Gönderir fakat aradan zaman geçer, unutur gönderdiklerinin sonunun ne olduğunu. Arada bir aklına geldikçe de merak eder yayınlayıp yayınlanmayacağınız. Soramaz da...
Bir gün postacı bir ihbariye getirmiştir okula. Parasının geldiğini, PTT’den gelip almasını söyler. Heyecanla, koşar adı gider Abdulkadir Ozulu PTT’ye. İhbar kağıdını verir görevli memura. Görevli memur, Abdulkadir Ozulu’nun avucuna tam bin lira saymıştır. Avucu dolmuştur parayla. Maaşının bir buçuk katıdır bu para çünkü. Bir kaç gün sonra tekrar öykü yazıp göndermesini isterler. Yine yazar gönderir. Yine bin lira daha gönderirler. Abdulkadir Ozulu’nun iki bin lirası vardır artık. Ve askerliğe gönül rahatlığı ile gidecek, vatan borcunu ödeyecektir. İşte kul bunalmış, Hızır yetişmiştir. Geriye bırakacakları bu iki bin lira ile geçieceklerdir altı ay çünkü.
Abdulkadir Ozulu’nun öykücülüğü böyle “Hızır”la başlamış, Halil İbrahim bereketi ile de devam etmektedir.
VATAN İÇİN
Gecekondu çocuğu doğmuştur 1972’de. Ve her kitap yeni bir çocuğun doğuşudur yazar için, aileye katılan yeni bir çocuk sevinci...
Sonralır İrfan Yayınevi her baskıya beşyüz lira göndereceğini bildirmiştir. Gecekondu Çocuğu 7. baskısını yapmıştır. Ancak yayınevi bir defa beşyüz lira göndermiş, sonunu getirmemiştir. “Bizdeki” emeğin karşılığı “Çok güzel olmuş; kalemine, yüreğine sağlık”tan öteye gidememiştir. Ne yapalım biz yazarların en güzel duyacağı sözdür bu! Yani sanatçıya alkış sesleri! Bunlara karşın yine de şandan şöhretten uzaktır sanatçı. Paradan puldan, gelecek beklentisinden kurtulmuş idarenin sahibidirler. Yeter ki iyiden, güzelden, doğrudan yana bir şeyler bırakabilsin geriye... Abdulkadir Ozulu da böyle bir sanatçıdır bundan böyle. Ve o gün aldığı kalemini kırk yıldır bırakmamıştır elinden. Yazar ha yazar, iyiden, doğrudan, güzelden yana. Bundan sonraki yazacakları da kırk yılın birikimidir artık, saygı duyulası, yüreği yüceltilesi...
Öykü kısa zaman iinde bir olayın bütününü veya olayın bir bölümünü anlatmaktadır. Süreç kısadır öyküde. Bu kısa süreçte olay birden bire anlatılır. Anlatılan öykünün sona ermesi, sürecin sonu demek değildir. Okur öykünün sonunda ufuklara doğru yol alır. Ufuklar aşıldıkça yeni bir ufuk doğacaktır karşısına. Doğan ufka doğru koşmak okurun kendi isteğine bağlıdır. Ufuklar sonsuzdur çünkü. Öykü yazarı bu sonsuzluğu yazar, kaleminin gücüne bağlıdır... dilini iyi kullanan, vurgularını yerli yerinde yapan yazar, beklenen bu zevki okuru ile buluşturur.
(SÜRECEK)