Son günlerdeki yazılarımın satır aralarında, Sömürgeci Amerika Birleşik Devletleri’nin, ne denli sinsi ve çok oyunlu bir devlet olduğunu, örnekleriyle anlatmaya çalıştım.
Ulu Önderimiz hayatta iken; O’nu ikna edemeyeceklerini bildikleri için ülkemize uzak duran; bir başka ifadeyle Atatürk’ten çekindikleri için onun ölümünü (!) bekleyen Amerika; Atatürk’ün (şaibeli) ölümü sonrası; ülkemize tebelleş olmuş, deyim yerinde ise kâbus gibi üzerimize çökmüştür.
O günden bugüne de üzerimizde tepinip durmaktadır.
… …
Henüz sosyal, kültürel ve ekonomik yönden “çok partili sisteme geçmeye” hazır olmayan ülkemizin; “çok partili sisteme geçmesi” halinde; büyümesi ve kalkınmasının sekteye uğrayacağı bildiğinden; sözde “demokratik düzene (!) geçilmesi” konusunda (bilinçli olarak) İnönü Hükümetine baskı yapmış; zamansız bir şekilde, çok partili düzene geçilmesini sağlamıştır.
Nitekim de beklenen olmuş; (zamansız geçilen) çok partili düzen (!); Atatürk zamanında kurulan pek çok kurum, kuruluş ve oluşumun tersyüz edilmesine ve kapatılmasına neden olmuş; ülke kalkınmasına sekte vurmuş, ülkemizi, Menderes iktidarı eliyle tekrar Ortadoğu bataklığı zihniyetine itmiştir.
Bugün yaşadığımız tüm sıkıntıların miladı; zamansız ve erken biçimde (sözde) demokratik düzene geçildiği tarihtir.
Zaten Amerika da bu gerçeği bilerek, bu tezgâhı kurmuş, kurgulamıştır.
Kurguladığı tezgâh tutmuş; kendi çıkarları doğrultusunda ülkemiz dinamikleri ve seçimleriyle dilediği gibi oynayacak, hatta seçim sonuçlarını bile etkiyecek kadar içli dışlı olmuştur ülkemizle…
… …
Amerika için kendilerinin dışında; tüm dünya halkları ya zencidir ya da Kızılderili…
Sömürmek, hükmetmek için vardır Amerika.
Kendisini de, sömürülmeyi içine sindirebilen diğer ülkeleri de; “dünyanın bekçisi olduğu” mavalına inandırmıştır.
Tüm düzenini ve geleceğini SÖMÜRMEK üzerine kurgulamış; çıkarı olan coğrafyalara ve o coğrafyaların halklarının üzerine çöreklenmeyi; çöreklendiği yöre halkını sömürmeyi, gelenek ve görenek haline getirmiştir.
* * *
Dünyanın en temiz, en saf insanlarının yaşadığı bu kıtaya; nasıl böyle bir zihniyet sahip oldu; bir de o konuya değinelim…
Yıl 1492…
Cenovalı Kaşif Kristof Kolomb’un Nina, Pinta ve Santa Maria adlı gemileri ile Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak Kızılderilileri karşılar...
Türk kökenli bu Kızılderililerin inancına göre Tanrılar sakallıdır ve denizden gelmişlerdir..
Kızılderililer, denizden gelen sakallı bu yaratıkları görünce; onları doğaüstü yaratıklar olarak algılayıp; olağanüstü ilgiyle karşılamışlar; ikramda kusur etmemişlerdir.
Kaşif Kristof Kolomb, Kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazar..
“Bu insanlar, o denli yumuşak başlı, o denli barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına, Majestelerinizin önünde yemin edebilirim.
Onlara kılıçlarımızı gösterdik.
Demir silahları ilk kez gördüklerinden ve kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler.
Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülük nedir bilmiyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar.
Hiç silahları yok...
Son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar.
Herhangi birinden, sahip olduğu herhangi bir şeyi istenince hemen veriyorlar.
Gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer…
Dünyada bunlar kadar tatlı dilli insanlar var mıdır, bilemiyorum.
Hep güleç yüzlüler; her zaman gülüyorlar.”
Bir de not düşüyor mektubunu altına.
“Bu insanların çalıştırılması, tarıma yönlendirilmesi; her işe koşulması ve bizim (Avrupalıların) gelenek ve göreneklerimizin benimsetilmesi gerektiği kanısındayım…”
* * *
Ve katliam başlıyor.
Bugünkü sömürgeci Amerikalıların ataları olan bu sakallı yabancılar; altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmalayıp, yakıp yıkıyor.
En iyi bildikleri işi yapıp; Kızılderili kadınlarına tecavüz ediyorlar.
Direnen erkeklerin kulaklarını kesip, kafa derilerini yüzüyorlar.
Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürüyorlar.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak bastığı andan itibaren; 10 yıl içinde, yüz binlerce insan yok ediliyor.
Ve tüm Avrupa, akın akın Amerika’ya akıp; tüm Amerika kıtasını cehenneme çeviriyorlar..
Bu katliamlara papazları da katılıyor.
Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili Şamanları, ayaklarından asarak canlı canlı yakıyorlar.
Pek inandırıcı olmamakla birlikte tarihçiler, Kolomb Amerika’ya ulaştığı zaman, Kızılderili nüfusunun 70 milyona yakın olduğunu; 1492’den bugüne sadece 2 milyon civarında kaldıklarını dillendiriyor.
* * *
… …
Ekim ayının ikinci pazartesi günü Amerikalılar için “Kolomb Günü”dür.
Amerikalılar bu günü, karnaval havasında şenliklerle, şölenlerle kutlar...
Kolomb’un Amerika’yı keşfinden, bugüne değin 528 yıl geçti.
O günden bugüne 70 milyondan fazla Kızılderili, bugünkü Amerika’yı oluşturanların, Avrupa kökenli ataları tarafında katlediliyor; kadim bir kültür, acımasızca, haince ve hunharca yok ediliyor.
* * *
Belki biraz uzunca oldu ama gerekliydi; şunun için anlattım bunları.
26 Mayıs 2020 tarihinde, ABD’nin Minneasota eyaletinin, Minneapolis kentinde dolandırıcılık suçuyla yakalanan bir zencinin boğazına diziyle bastırıp, nefessiz bırakarak öldüren polis de bu zihniyetin ürünü, bu zihniyetin uzantısıdır.
Amerikan kıtasının yerli halkını katlederek; kanlı elleriyle Amerika’nın dağını taşını, ormanlarını kana bulayan Amerikalı, kan kokusuna alıştı bir kere…
O kokuyu almadan yaşayamaz hale geldi.
Derme çatma pek çok ulusun bir araya gelerek oluşturduğu; kendini sömürme üzerine kurgulamış bu ülke için kendilerinden gayrı herkes ya zencidir ya da Kızılderili.