YAĞMUR DUASI
“Bir de bizim çocukluğumuzda yaşadığımız, tanık olduğumuz yağmur duaları yapılırdı burada. Söz uzadı ama isterseniz o şenlikleri de anlatayım size.”
“Büyükbabacığım,” dedi Cemre. “Sorulur mu hiç. Bu tür konulara ne kadar meraklı olduğumuzu biliyorsunuz. Anlatırsanız zevkle dinleriz. Bilgi dağarcığımız da varsıllaşır.”
Sonra, Özgün’le Emre’ye dönerek:
“Öyle değil mi Prens’le Şehzade Hazretleri?”
“Evet, Prenses Hazretleri,” dedi Özgün. Sen bizim adımıza yanıtladın Büyükbaba’mı.”
“Elbette dinlemek isteriz,” dedi Emre.
Güldü Zafer Bey.
“Bizler,” dedi. “Köy yaşamının bir yığın sıkıntılarını çektiysek de, sizlerin yaşayamayacağı birçok güzelliklerini yaşadık. Anlatacağım konu da onlardan biri. Köylerde bahar dönemlerinde, yağmur duasına çıkmak bir gelenek halindeydi. Bu gün bu gelenek, eskisi kadar olmasa da yine de arada sırada sürdürülmektedir köylerimizde. Çocukluğumuzda bu tür etkinlikler, bizim için tam bir şenlik havasında geçerdi. Ne güzel, ne doyumsuz günlerdi o günler! Bahar yağmurlarının kıt olduğu yıllarda köylü yağmur duasına çıkardı Çörekdede’de. Salt yağmur yağması için değildi bu dualar. Ayrıca, köylünün bağda, bahçede ve tarladaki mahsulünün doğal afetlerden korunması amacıyla da yapılırdı. Neydi bu doğal afetler?”
“Dolu, şiddetli yağış ve bunların oluşturduğu sel felaketleri olmalı,” dedi Özgün.
“Doğru söyledin,” dedi.
“Duayla doğal afetler önlenir mi Büyükbaba?” diye sordu Cemre.
“Önlenemez elbet. Ama insanlar her zaman Allah’a sığınır, O’na yalvarır, O’ndan yardım dilerler. Başta da dediğim gibi ‘Yağmur Duası’ bir gelenektir. Biliyoruz ki doğal afetlerden korunmak için önce akılcı önlemler gerek. ‘Önlem bizden, takdir Allah’tan,’ diye boşuna söylenilmemiş.”
“Biz de yineleyip duruyoruz,” dedi Emre. “Elbet önce ormanlar çoğaltılmalı.”
“Evet,” dedi Zafer Bey. “Konumuza dönersek; O gün tüm köylü, yaşlısı genci, çoluğu çocuğuyla katılırdı bu şenliğe. Köy büyükleri tarafından karar verilirdi yağmur duası için, kurban kesmeye. Sonra kurbanlık alımı için para verenden para, ekin verenden ekin alınırdı. Toplanan ekin de paraya dönüştürülüp, kurbanlıklar alınırdı. Kurbanlıklar genel de, küçükbaş hayvan dediğimiz koyun ve keçilerden olurdu. Bir akşamüzeri köy kizirinin sesi duyulurdu cami minaresinden. Sesi dalga dalga yayılırdı köye. Tüm insanların kulaklarına ulaşırdı bir muştu gibi.
“Duyduk duymadık demen haaaa!.. Yarın Çörekdede’de yağmur duası için kurban kesilecektir. Yediden yetmişe tüm köylü çağrılıdır!...”
Belirlenen günün sabahında, bir şenlik gününün coşkusu, heyecanı sarardı yüreklerimizi. Kurbanlık hayvanlarla birlikte, bağ kazanları, kap kacak, odun ve su taşınırdı Çörekdede’ye. Bulgur, yağ, tuz, salça ve ayran bir gün önceden hazır edilmiştir. Kibritten tuza, sudan çula çuvala değin değin her şey hazırdır bu şölen için.
Anıt meşe ağacının altı, tam bir şenlik yerine dönüşmüştür tüm köylü için. Sergiler serilmiş, köy büyükleri oturup söyleşiye dalmışlardır eskilerden. Oyun oynayan çocukların sesleri, tüm dereyi doldurup yeri göğü çınlatmaktadır coşkulu bir sevinçle.
Kurbanlıklar, eli bu işe yatkın kişilerce kesilir, yemeklik için hazırlanırdı. Dayanamadığımızdan biz işin bu aşamasına bakamazdık. Daha doğrusu oyunda olurduk. Ocaklar kurulur, bağ kazanları oturtulurdu yanmış ocakların üzerlerine. Altları harıl harıl yanan bu ocaklarda bulgur pilavı ve et pişirilirdi.
Pişen yemeklerin kokusu, önce biz çocukların iştahını kabartır, açlığını körüklerdi. Bu yemekleri yaşamımızda ilk kez yiyecekmiş gibi sabırsızlanır, bir an önce sofraların serilmesini isterdik.
Köy imamının öncülüğünde yetişkinler saf tutar, öğle namazlarını kılarlardı açık havada. Ardından kollar ileriye uzatılmış, avuçlar ve parmak uçları yere dönük yağmur duasına durulurdu. Biz çocuklar da katılırdık bu duaya. “Allah’ım yağmur yağdır bize!” diye.
Bu arada pişirilmiş olan yemekler ocaklardan indirilir, ardından sofralar kurulurdu. Yetişkinler için ayrı, biz çocuklar için ayrı, kadınlari için ayrı” Sevinçle, coşkuyla çevrelenirdik kurulmuş sofralara. Buram buram tüten buharı, iştahımızı kabartan kokusuyla önce et, ardından etli bulgur pilavı gelirdi soframıza. Beraberinde ayran da olurdu elbet. Yemeklere, birbirimizle yarışırcasına öyle bir kaşık çalardık ki, deme gitsin.”
“Ne güzel anlatıyorsun Büyükbaba, dedi Cemre. “Bizim bile iştahımız kabardı doğrusu.”
“Gerçekten de öyle Büyükbaba,” dedi Özgün.
Emre de:
“Anneannemiz akşama bize etli bir bulgur pilavı pişirsin bari” dedi.
(SÜRECEK)