Yaşamı boyunca eğri yaşadı. Huzura da eğri girdi. Kokusuna alıştığı eteği öptü. Geri geri çekildi. Durdu. İki yüzünü de yerde ayıplı bir mal gibi sakladı. Gözlerini, ocakta iki köz gibi göz çukurlarında küle beledi. Diline, güç devşirdi yüreğinden.

Dedi ki:

- Hünkarım, İngiliz, Alman, Yunan... gemi gemi taş taşır Bergama'dan, ören yerlerinden. Kazı yapar, çömlek çıkartır, heykel bulur, götürür...

-Bre Baş vezir, aslı taştır. Taşı mı tükenir dağın taşın.

-Doğru buyurursun Hünkarım!

Osmanlı'nın güve yeniği yılları. Biri padişah, biri bugünün başbakanı(?) ayarında baş vezir. Memleket taşınırken, yağmalanırken en azından bu görüşme, bu konuşma geçmiştir aralarında.

Yorulmadılar, usanmadılar ötekiler.

Yerlerinde oturmadılar.

Almanlar Bergama bölgesinde yol yapıyor. Yoldan çok Zeus Tapınağı'nı taşımak için enerji harcıyor.

Bergamalılar:

"Taşlarımızı vermeyiz." diye ayaklanıyor.

Almanlar, "Yol yapmamız engelleniyor." diye padişah Abdülhamit Han'a Bergamalıları şikayet ediyor. Halkın üzerine asker gönderiliyor.

Bergama taşınıyor, Troya taşınıyor...

Datça'dan çıkartılan Knidos Aslanı, Londra'da British Museum'da.

Antakya'dan kaçırılan Dianyos Mozaiği, Amerika Wercester Müzesi'nde,

Söke, Milet Antik Kenti Agora Kapısı, Zeus Sunağı Berlin'de Pergamon(Bergama) Müzesi'nde,

Troya Hazineleri, Atina Milli Müzesi'nde...

Osmanlı padişahlarından Vahdettin'de de Abdülhamit’te de aynı ortak özelliği görüyoruz.

İkisi de uzaklaştırıcı.

Mustafa Kemal'i Anadolu'ya kim gönderdi?

Vahdettin gönderdi.

Ben, "Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa'yı yanından, yakınından uzaklaştırdı." diyorum.

Bugün en yukarıda olanlar bile öyle demiyor: "Git, ne yap et, vatanı kurtar Paşa!" dedi, diyor.

Ya Abdülhamit?

Abdülhamit de öyle.

"En iyisi bu tarihi eserleri bu topraklardan uzaklaştırmak. Değerini bilenlerin eline vermek."diye düşünmüyor her halde. İçindeki cehaletin ve de kişisel çıkarlarının tutsağı oluyor, tarihi değerlerimizi yerinden yurdundan ediyor, uzaklaştırıyor.

Osmanlıyı yönetenlerin  uzaklaştırdığı Mustafa Kemal Paşa yeni bir devlet kuruyor. Adı:Türkiye Cumhuriyeti Devleti.

Bu devleti, yabancıların kaçırmak istedikleri, Padişahın da uzaklaştırmak istediği, uzak durduğu uygarlıklar üzerine kuruyor. Birçok Cumhuriyet kurumunda Hititler, Sümerler yaşatılıyor.

Devlet kurmak, fay hatlarına, dere yataklarına apartmanlar dikmeye benzemiyor.

Sonbahardayız. Eylül ayının yarısı yaz, yarısı güz. Bitirdik. Ekim ayında Cumhuriyet'in yüzüncü yılını yaşama sevinciyle ısınacağız diyelim, Kasın ayına gelince de yarısı güz, yarısı kıştır.

Güney Doğu bölgemize, deprem acılarının üzerine kar yağacak, soğuk ayaz, acı yel dolaşacak acılı alanlarda.

Kış geliyor.

Cumhuriyet'imizin ikinci yüzyılına girerken, Osmanlıdan gelen uzaklaştırma siyaseti anlayışının yeniden uygulama alanları bulduğunu da görüyoruz.  Bu kez de bilimi uzaklaştırıyoruz.

Hacı Bektaş Veli'nin: "Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır." uyarısını unutacak mıyız?