Utangaçlık, sahip olunması gereken iyi bir meziyet midir, yoksa bir kusur ya da hastalık mı? Konuya şöyle de yaklaşabiliriz: Utangaçlığın karşıtı utanmazlık mıdır, yoksa serbestlik ya da girişkenlik mi?
Toplum olarak hep utangaçlıktan yana olmuş, bize göre aşırılık yapanları da “utanmaz arlanmaz” damgası vurarak eleştirmişizdir. Taa küçük yaşlarda sokulmuştur beyinlere utanma bilinci ve öylece kökleşmiş, ölünceye dek de korunmuştur. Kendi çevremize ördüğümüz çelik duvar atacağımız her adımı denetlemiş, azıcık da olsa aşırıya kaçma denemelerinin önüne geçerek hepten yok etmiştir.
Oysa neler neler geçirmişizdir içimizden değil mi? Ve ne hayalleri yutkuna yutkuna gömmüşüzdür beynimizin en ücra köşelerine. Oysa o dürtülerdi bizi gerçek biz yapacak ve belki de yeteneklerimizi ortaya çıkaracak. Ama o elimizi kolumuzu bağlayan utanma duygusu yok mu, bir türlü aşıp da yapamamışızdır aklımızdan geçenleri. Böyle görmüş, böyle büyümüş, böyle düşünmüşüzdür hep.
Ayrıca, bunların çoğu bazılarınca ya da başka yerlerde çok doğal şeylerdir ama bizce ve bizim çevremizce aşırılık olarak değerlendirilip utanmazlık süzgecinden geçemez. Daha çok dış yani çevresel etkenlerdir bizi böyle olmaya yönelten; çevre baskısıdır, ayıplanma korkusudur. “Ar damarı çatlamış” dedirtmeme duygusudur.
Yaz günlerinin birinde iki arkadaş çaylarımızı yudumlarken aynı zamanda da eskiden, yeniden laflıyorduk. Arkadaşım bana öyle şeyler anlattı ki, inanın roman olur. Gözlerine bakarak “bunları yazsana, yayınlama işini ben hallederim.” dediğimde ne dedi biliyor musunuz: “Başıma silahı dayasan gene yazamam. Utanırım bir kere, başımı kaldırıp da kimsenin yüzüne bakamam. Akşam eve giderken herkesin bana bakıp da yazdığım duygusal sözcükleri yüzüme yapıştırmasını mı istiyorsun?”
Hani bir öykü vardır, inşallah ilk kez benden duyarsınız:
Yaşlı adamın eşi vefat etmiş. Cenazesi defnedilirken, adam kendini oradan oraya atarak ağlıyor ve sürekli olarak da “Ama ben onu çok sevmiştim!” diye feryat figan ediyormuş. Yakınları ise adamın bu aşırı gibi gözüken davranışından rahatsız olarak sürekli onu teselli etmeye ve susturmaya çalışıyorlarmış. Yaşlı adam, onların bu ısrarları karşısında kısa bir süre sustuktan sonra yeniden “Ama ben onu çok sevmiştim!” diye bağırmaya başlayınca, çocukları biraz da sertçe “Tamam baba, hepimiz onu çok sevdiğini biliyoruz ama bunu gücün yettiği kadar bağırarak burada söylemene hiç gerek yok.” diye uyaracak olmuşlar. Adam, bunun üzerine birkaç kez yutkunup kendini susturduktan sonra yaşlı ve yorgun gözlerle çocuklarına bakarak şunları söylemiş:
-“İyi ama o bunu bilmiyordu ki! Çünkü ona hep söylemek istemiş ama bugüne kadar hiç söyleyememiştim.”
Evet, yapmak istediğimiz pek çok şeyi ya kendi egomuz ya da çevre baskısı nedeniyle yapamadıklarımız için zaman geçip gidiyor. Biz de yaşlı adamın çaresizliğini yaşamak istemiyorsak, o çelik duvarlar kırılmak üzere önümüzde bizi bekliyor.
Haydi, hep birlikte başlayalım bir köşesinden tekmelemeye...
Yaşamak fırsattır, değerini bil,
Yaşamak hüzündür, aşmayı bil,
Yaşamak şarkıdır, söylemeyi bil,
Yaşamak şanstır, kullanmayı bil,
Yaşamak servettir, korumayı bil,
Yaşamak oyundur, oynamayı bil,
Yaşamak güzelliktir, kıymetini bil,
Yaşamak bilmecedir, çözmeyi bil,
Yaşamak mutluluktur, tatmayı bil,
Yaşamak aşktır, tadına varmayı bil,
Yaşamak acı verir, göğüslemeyi bil,
Yaşamak maceradır, göze almayı bil,
Yaşamak verilmiş sözdür, tutmayı bil,
Yaşamak rüyadır, gerçekleştirmeyi bil,
Yaşamak hazinedir, israf etmemeyi bil,
Yaşamak mücadeledir, kabullenmeyi bil,
Yaşamak hakkındır, uğruna savaşmayı bil,
Yaşamak kutsal görevdir, tamamlamayı bil.
RahibeTHERESA