Eğer bir ülkede hukuk varsa, yurttaş kendini huzurlu ve güvende hisseder. Hukuk yalnızca kâğıt üzerinde kalmışsa, geriye koskoca bir yanılsama kalır. Bugün biz, işte bu yanılsamanın tam ortasındayız. Adına hâlâ “hukuk devleti” deniyor ama gerçekte “Saray Fermanı Devleti”ne dönüşmüş bir rejimin göbeğinde olduğumuz açıkça ortadadır.
Tek Adam talimatının geçerli olduğu yerde kurallar anayasadan değil, saraydan çıkar. Sözde yasalar vardır, ancak yürürlükte değildir. Çünkü geçerli olan tek kural şudur: “Güçlü kimse, haklı odur.” Hukukun üstünlüğü, yalnızca kürsülerde tekrarlanan bir edebiyat parçası gibidir. Kimse yaşamında bu üstünlüğü hissedemez.
Böylesi bir sessiz darbe, ne tankla ne de tüfekle yapılır. Omuzları kalabalık rütbelilerin sokaklarda yürüdüğü darbelerden farklıdır. Burada yapılan darbe, yasaların içinin boşaltılmasıdır. Yasalar yerli yerinde duruyor görünse de kimseye güven vermez. Bu darbenin ne bir adı vardır, ne de tarihi ve bildirisi. Oysa etkisi, klasik darbelerden daha ağırdır. Daha da kötüsü, bu darbe halkın gözünde çoktan normalleşmiştir. Tıpkı önce soğuk suya bırakılan kurbağanın, su yavaş yavaş ısıtıldığında yanmakta olduğunu fark edememesi gibi, toplum da yanıp kavrulduğunu anlamaz.
Hukuksuzluk artık bir yönetim biçimine dönüşmüştür. Gazeteciler, yazarlar, sanatçılar; hatta bir şarkının söz yazarı bile “Saray Fermanı”nın yasak listesine takılabilmektedir. Hüküm artık mahkeme salonlarında değil, televizyon ekranlarında verilir olmuştur. Kararları belirleyen hukuk kitapları değil, iktidarın güncel gündemidir. Kimse de sormaz: “Bu kararların hukuki dayanağı nedir?” Aslında yanıt bellidir: Hiçbir dayanağı yoktur.
Talimat devletinde “kanun devleti” korunuyormuş gibi yapılır. Her işlem sözde bir yasal maddeye dayandırılır. Oysa o maddeler öylesine eğilip bükülür ki, hukukla hiçbir ilgisi kalmaz. Hangi hakların tanınacağına kanunlar değil, Tek Adam Talimatı karar verir. Anayasada yazan “eşitlik” ilkesi ise yalnızca acı bir tebessüme dönüşmüştür. Eşitlik, sadece iktidar yandaşları için geçerlidir.
Yurttaşın payına yalnızca korku düşer. Haklıysan bile önce susmayı öğrenirsin. Çünkü sesini çıkaran soluğu Silivri’de alabilir. İşinden atılır, linç kampanyalarının hedefi olur. Toplum derin bir sessizliğe gömülür. Adalet yavaş yavaş unutulan bir değer hâline gelir. Hukuksuzluk normalleşir. İşte sessiz darbenin en büyük başarısı da budur: Olağan dışı olanı olağan hâle getirmek.
Hukukun yok olmasıyla sadece adalet değil, rejim de çökmüştür. Bugün yaşadığımız ortam tam olarak bunu yansıtıyor. Sandıktan çıkan çoğunluk, anayasayı yok sayamaz. Oysa bizde çoğunluğun iradesi bahanesiyle temel haklar çiğnenmekte ve meşru gösterilmektedir. Hukuk devleti ortadan kalkmış, yerine emir-komuta zinciri içinde işleyen yeni bir devlet kurulmuştur.
İşte sessiz darbe budur. Ne askeri mahkemesi vardır ne de sıkıyönetim ilan edilmiştir. Fakat sonuç hep aynıdır: Özgürlükler yok edilmiş, muhalif sesler susturulmuş, yargı bağımsızlığı bitirilmiştir. En kötüsü ise halkın buna alışmasıdır. Bir kez alışıldığında, hukuku geri getirmek neredeyse imkânsız hâle gelir.
Anayasa kitapçığı elinizde, “hukuk devleti” sözcüğü dilinizde olabilir. Ama gerçekte yaşanan şey, Saray Fermanı ve Tek Adam Talimatı altında vücut bulmuş sessiz bir darbedir. Ve bu darbenin altında ezilen yalnızca muhalifler, gazeteciler, aydınlar değil, toplumun tamamıdır.
Unutmayalım: Hukuku kaybettiğinizde yitirilen şey sadece adalet değildir, tüm geleceğimizdir.