Batı’nın demokratik ülkeleri, aynı zamanda refah ülkeleridir. Ortaçağ’dan Yeniçağ’a geçişin hemen ardından (15. ve 16. yüzyıllarda)  dinde reformu ve rönesansı gerçekleştirerek, oluk gibi kan akmasına neden olan mezhep savaşlarını sona erdirip, bilimde, teknolojide, kültür ve sanatta hızla ilerleme devrine geçmişlerdir.

Batı’da çalışma hayatı da “verimlilik” esası üzerine kurulmuştur. En az işveren kadar, sendikacı da verimlilikten sorumludur. Dolayısıyla çalışan, işini en iyi şekilde yapmak zorundadır. Çalışır, üretir, işletmesinin kârlılığına katkı sağlar, buna karşılık da iyi ücret alır, iyi yaşar. Belirli bir yaşa kadar da çalışmak zorundadır. Emekli olduğunda ise, dünya turuna çıkacak kadar maddi imkâna sahip olur.

Şark’ta, ne üretkenlik vardır, ne verimlilik, ne de çalışırken insanca yaşama imkânı…Zaten, sermaye birikimi de büyük oranda emek üzerinden sağlanır. Popülist politikalar nedeniyle, çalışanlar erken yaşta da emekli edilir. Ama, bırakınız insanca yaşamayı, aç kalmamak için gereken miktarda bile emekli aylığı verilemez.

Zaten devlet aygıtı, kocaman, kof bir kaynak tüketme makinasıdır. Verimliliğin zerresi yoktur.

Batı’da sendikacılık işletme verimliliğinin güvencesi iken, Şark’ta sendikanın böyle bir sorumluluğu adeta hiç yoktur, sadece ücret sendikacılığı yapılır.

Bütün bu kronik hastalıkların sonucunda, erken emekliliği “asgari güvence” sayan milyonlar, ayda 7.500 lira gibi komik bir emekli aylığına mahkûm edilerek emeklilikte de çalışmak zorunda bırakılırken, bir de, “çalışıyorsun” diye sadaka kabilinden verilecek 5 bin lira “100. Yıl” ikramiyesinden mahrum edilir.

Şimdi lütfen, yazımızın başlığına bir kez daha bakınız! Ve Büyük Atatürk’ün sözünü hatırlayınız: “İşini en iyi yapan, vatanını en çok sevendir!”