İnsanlar yaşadıkça akla gelmeyen olaylar nedeniyle hem üzülüyor, hem çok düşünmek zorunda kalıyor...

Nereye gidiyoruz ?

Ve…

Neden bu hallere düştük ve neden bu çelişkileri, sıkıntıları ve zorlukları hala yaşıyoruz” diye zaman zaman hayretler içinde kalıyoruz.

Hani,  şu çağdaşlığı içine sindirmeye çalışan çoğunluk yurttaşlarımızın çok imrendiği “Batı medeniyetleri düzeyine ne zaman çıkarız?” sorusuna yanıt ararız ya…

İşte yaşadığımız bazı olaylar nedeniyle “Biz daha çok bekleriz” hayıflanmasına sık sık rastlarız…

Daha kaç fırın ekmek yemeliyiz?” sorusuna yanıt arar gibi…

4 Mayıs-2024, günlerden cumartesi… Saat 18.00 civarı…

Orta yaşın üstünde bir bayan, Çankaya Sağlık Ocağına 50 metre uzaklıktaki Atakule Eczanesine adeta sığınır:

“Kendimi iyi hissetmiyorum…Acaba tansiyonuma bakar mısınız?” ricasında bulunur.

Eczanede görevli olduğu beyaz giysilerinden anlaşılan üç bayandan biri kafasını kaldırır…

Pek umursamadan bakar hanıma…

Cep telefonundaki “muhabbet”in dengesini bozan bu hanıma biraz sertçe yanıt verir:

“Birkaç gündür tansiyon aletimiz bozuk hanımefendi. Yardımcı olamayacağız” der…

Sesi oldukça “sert” çıkar…

Tansiyon aletini sanki yardım isteyen bayan bozmuş gibi…

Çaresiz bayan, hayretler içinde sorar:

“Sağlam bir alet bulundurmak zorunda değil misiniz?”

Gözlerini cep telefonu ekranından “lütfen” kaldıran aynı bayan:

Zorunda değiliz. Hiçbir eczacı tansiyon ölçmek zorunda değildir” diyerek konuyu kapadığını sanır.

Orta yaşlı kadın kapıdan çıkarken mırıldanır:

“Pes yani…”

Ne denir ki başka…?

Sizce “Medeniyet” dediğimiz şeyin kaç dişi kalmıştır ki???

*

Ankara Çankaya semtinde “mukim” emekli vatandaşımız, yarım asır önce SSK kredisi ile edindiği sosyal meskenine yakın yerlerden alış veriş ederken, bütçesini herkes gibi denkleştirmek zorundadır.

Zorundadır çünkü emekli maaşı ile “ayakta” ve “hayatta” kalmak gibi zor bir dönemin içindedir.

Çankaya Belediyesi sınırları içindeki bakkal-kasap-şarküteri dışında fiyatları daha “ehven” ve daha ucuz olduğu için genelde marketlerden alış verişi tercih etmektedir.

Zor durumdaki her vatandaş gibi yorganı ayaklarına göre ayarlamak zorundadır özetle…

Boz bir zamanında, Çankaya Parkı yakınlarındaki üç yıldızlı bir markete uğrar…

Et ve peynir fiyatlarını kontrol eder, alacaklarını gözden geçirir…

Eksik olan peynir cinslerine göz atar, birinin fiyatını gözüne kestirir ve “Daha sonra alırım” diye içinden geçirir…

Çok gerekli olanları alıp evine yollanır…

Akşamüzeri eşine “Yahu ben sabah markette fiyatı oldukça uygun beyaz peynir gözüme çarpmıştı. Nasılsa lazım. Yeni zam gelmeden alayım mı?” diye sorar..

Eşi “İyi olur. Nasılsa gerekecek. Zaten çok az kalmıştı” der…

Emeklimiz aynı markete gider…Peynir reyonunun önüne gelir..

Bir de ne görsün?

Sabahki fiyat 25 TL artmış…

Sorumlu olan bayana sormak için uzaklaşır.

Müşterilerin şikayetlerini dinleyen market sorumlusu bayana yaklaşır ama bir müşteri ile tartıştığı için biraz geri durur ve sırasını bekler.

Sonunda banka yaklaşır ve “Sabah 10 sıralarında baktığım peynirin fiyatı değişmiş… Altı saat sonra fiyat etiketinde 25 TL’lik artış olmuş. Neden ki?”

Görevli bayan her dakika aynı sorularla karşılaştığı için olacak şu yanıtı verir:

Bunu bana değil enflasyonu yaratana sorun. Şükredin 25 lira artmış.. Yarın sabah daha fazla ödememek için şimdi almanızı tavsiye ederim. Yoksa her evden çıkışınızda bizler etiketleri siz yoldayken değiştirmek zorunda kalıyoruz.”

Ne denir ki?

“Pes yani”den başka…