Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Büyükçe bir kavanozun içine muz konularak bir ağaca iple bağlanır. Ancak kavanozun kapağına öyle bir yarık açılır ki maymunun eli ancak düz bir şekilde açıkken sığabilir. İçeride parmaklarını kapatıp yumruk yaptığında ise elini dışarı çıkarması artık mümkün değildir.
Maymun, kavanozdaki muzu görünce gelip elini sokar ama yiyeceği kavradığında yumruk haline gelmiş el dışarı çıkmaz. Yüzlerce, binlerce kez yeniden dener ama sonuç hep aynı olur. Avcılar geldiğinde, hem çılgın gibi öfkeli, hem de çaresizdir; kolayca yakalanır.
Aslında maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Muzdan vazgeçtiği anda elini çıkarıp rahatça kaçabilecektir. Onu asıl tutsak eden kavanoz değil, hırsı ve kendi vahşi arzularının gücüdür. Bu nedenle de yapması gereken tek şeyi, yani elini açıp muzu bırakmayı aklına bile getiremez. Zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki, özgürlüğünü bile feda edip avcıya yakalanmaya razı olur. Bu noktada insanoğlunun avantajı ise maymunun bu denli açgözlü olduğunu bilmesidir. Tuzak öylesine işe yarar ki, kurtulabilen maymun çok ender görülür.
Şimdi dönüp de yukarıdaki örneği kendimize uyguladığımızda, aslında maymundan hiçbir farkımızın olmadığını da kolaylıkla anlayabiliriz. Bizleri de tuzağa düşüren ve kendimizden uzaklaşmamıza neden olan şey maymunla aynı, yani arzularımızın gücü değil midir? Bu güç, zamanla aklımızı kullanmamızı da engeller ve sürdürdüğümüz yaşam aklımızın değil, arzularımızın öngördüğü biçime dönüşür. “Hırsın başını yesin” bedduası tam da bu durum için söylenmemiş midir? Oysa tüm yapmamız gereken; elimizi açıp bağımlı olduğumuz her şeyi serbest bırakmak, dolayısıyla da özgür olmaktır. Ancak bunu yapabilmek için, sahip olduğumuzu düşündüğümüz ve vazgeçilmez olduğuna kendimizi inandırdığımız her şeyin aslında birer tuzak olduğunu bilmemiz, ayrıca da bu yaşam biçiminin özgürlük olmadığını da fark etmemiz gerekir. İşte tüm sorun da burada başlar ya zaten. Bunu kaç kişi fark edip de çekip çıkarır elini bu tuzaktan, işte bütün mesele bu.
“En özgür insan bile efendisiz değildir.” diyor Schiller “Peki ama nedir, kimdir bu benim özgürlüğümü –hem de ben farkında olmadan- elimden alan efendiler; kavanozumun içinde beni tutsak haline getiren neler var?” diye sordum kendime. Önceleri pek bir şey gelmedi aklıma ama sonraları yavaş yavaş düşmeye başladı jetonlar.
İlk üç sırayı TV, bilgisayar ve telefona verdim. Hiç dizi izlemediğim, gözüme baka baka yalan söyleyenlere öfkelenip küfrederek günaha giriyorum diye uzun yıllardır haber programlarını da es geçtiğim halde yine de ilk sırada TV vardı ve onu bırakıp da elimi kavanozdan dışarı çıkarmam mümkün değildi.
Bilgisayar ise ikinci sırayı alıyordu. Öylesine sıkı kavramıştım ki (ya da o beni) elimin o yarıktan dışarı çıkmasına olanak yoktu.
Ben telefonu üçüncü sıraya koydum ama çok iyi biliyorum ki sizlerden bunu ilk sıraya çekenleriniz bir hayli fazladır.
Diğer aklıma gelenler ise bunların yanında çok küçük ayrıntı olarak kalıyordu. İlk üç sıra neredeyse tamamen doldurmuştu avucumun içini. Ve elimi çıkarmak için gösterdiğim tüm çaba boşunaydı. Farkında olmadan esaret hayatı yaşıyordum ve işin ilginç tarafı, bu durumdan şikâyetçi olduğum da söylenemezdi. Tüm bunları hiç kimsenin zorlaması olmadan kendi isteğimle yapıyor ve üstelik kendimi mutlu bile hissediyordum.
Sizlerden bazıları bunların yanına kahvede okey partilerine katılmak gibi başka tutsaklık kelepçeleri de koyabilir ama ben bunların dışında belirgin bir şey bulamadım. Eş, dost ilişkileri –biz farkında olmadan- zaten toplumda en alt düzeye indi. Zorunluluk durumunda bir “alo” deyip bitiriyoruz işi; ya da böylece görevimizi yerine getirdiğimizi sanıyoruz. Ha, bu arada bazılarımız da “başın sağolsun”, “hayırlı cumalar”, “kandilin mübarek olsun” mesajlarıyla görevini ifa ettiğini düşünüp rahatlıyor.
Evet, sevgili dostlar; üç aşağı beş yukarı hepimizin durumunun da aynı olduğunu düşünerek yazdım bunları. Belki benim sıralamam sizde yer değiştirilebilir veya biri atılıp başkası eklenebilir hepsi o kadar. Sanki bu dünyaya şahit olmaya değil, sahip olmaya gelmişiz gibi öylesine bir hırs kaplamış ki benliğimizi, kurtulmak mümkün değil. Dahası, bu kısırdöngüden kurtulmak için hiçbir çabamız olmadığı gibi, bir yandan da kavanozun içindeki avuçlarımıza daha çok şey sığdırmaya çalışıyoruz. Hem de asıl bizi biz yapan değerlerimizden uzaklaşıp yabancılaşmayı bile göze alarak…
Ah bunu bir anlayabilsek...
DÜŞÜNEN SÖZLER:
· Özgür olmadıkları halde, özgür olduklarını sananlar kadar hiç kimse tutsak değildir. Goethe
· Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılamayacak kadar güçlü olurlar. B. Dizraelli
· Tanrım sen insanlara bir ışık verdin, onlar bu ışığa akıl diyor ve o aklı hayvandan daha hayvan olmak için kullanıyorlar. (Faust'dan)
· İnsanlar özgür olarak doğar ama her yerde zincire vurulmuş olarak yaşarlar. J. J. Rousseau
· Altın prangalar demir olanlarından çok daha kötüdür. M. Gandhi
· Kır oğul zinciri; hür gez, hür konuş. Mevlana