Yaşar beklediği ilgiyi göremediği için hala ağlıyordu.         

“Niye azarlıyorsun çocuğu gelin ?” dedi annem. “Sen hiç çocuk olmadın mı?”

Yaşar’ı güç bela susturduk.

Onlar yeni bir oyuna dalarken, biz de yeniden işimize koyulduk.

Bu sırada komşumuz Ali Dayı geldi ötelerden. Yüzündeki kırçıl sakalına bulaştırdığı gülücüğüyle her zaman sevimli, her zaman cana yakın görünmüştür bana.

Babamları selamlayarak:

“Kolay gele, bereketli ola Arif  Efendi yeğenim!” dedi.

Babam güler yüzle karşıladı Ali Dayı’yı.

“Hoş geldin, sefalar getirdin Ali Dayı. Buyur hele!”

Annem de , “Hoş geldin “ diyerek hal hatır sordu Ali Dayı’ya.

Ali Dayı da:

“Sağ olasın gelin hanım. Allah’a şükür canımız sağ. Şu yaşlı bedenimizi gezdiriyoruz şimdilik.” dedi.

Babam elindeki sırığı bıraktı. Geçip oturdular birlikte ceviz ağacının dibine.

Ali Dayı amcama da seslendi:

“Kolay gele,  bereketli ola  Mustafa Çavuş!”

Amcam da:

“Hoş geldin, sefalar getirdin Ali Dayı!” diye yanıtladı.

Ali Dayı bu kez bana dönerek:

“Ne haber okullu? İş mi kolay ders mi kolay?”

“Çalışana hepsi kolay,” dedim.

Ali Dayı gevrek gevrek gülerek:

“Sessiz görünüyor ama hem akıllı hem de çok yaman senin bu okullu,” dedi babama. “İlerde büyük adam olacak göreceksin.”

“İnşallah!” dedi babam. “Okursa okutacağız Ali Dayı.”

“Okur, okur...” dedi Ali Dayı. “Ben kefilim yeğenime.”

Gururumu okşamıştı Ali Dayı’nın güven dolu sözleri. Onunla her karşılaşmamızda sıcak bir yaklaşımla hep takılırdı bana.

“İş mi kolay, ders mi kolay?”

Ben de hep aynı yanıtı verirdim kendisine saygılıca.

“Çalışana her şey kolay Ali Dayı.”

Bu sözler onunla aramızda selamlaşma, hal hatır sorma ve saygı sevgi parolasıydı.

Babamla Ali Dayı tatlı bir söyleşiye dalarken ben de ceviz öbeğimi gittikçe büyütüyordum. Eşref’le Yaşar’sa ötelerde,  ağaçların gölgesinde yeni bir oyuna dalmışlardı. Başlarının acısı geçmiş olmalıydı. Bu düşünceyle elimi başıma götürdüm. Cevizin çarptığı yer şişmişti. Bastırınca da acıyordu.

Ceviz ağacının altı cevizden çok çırpılmış yapraklarla dolmuştu. Ceviz öbekleriyse gittikçe büyüyordu. Amcamla ağabeyimse daldan dala geçerek ceviz çırpımını sürdürüyorlardı.

Bir süre sonra Ali Dayı:

“Bana izin Arif Efendi yeğenim.”dedi.

Babam:

“Öğleye kal da yemekten sonra gidersin Ali Dayı,” dedi. “Evde bekleyenin yok ya.”

Ali Dayı gitmeye kararlıydı.

“Sağ ol Arif Efendi yeğenim,” dedi. “Öğlene daha çok var. Şuradan bir de Kırambağ bahçelere uğrayacağım,” demiş, kalkmıştı.

“Dur hele!” dedi babam. “Mademki yemeğe kalmıyorsun; hiç olmazsa ceviz vereyim sana.”

Ali Dayı:

“İstemez be yeğenim,” dediyse de, babam bırakmadı.

“Olur mu hiç!“ dedi. “Yetim malı değil ya. Hadi çıkar mendilini de ceviz doldurayım!”

Bu kez nazlanmadı Ali Dayı. Cebinden çıkardığı bir mendili babama uzattı. Babam mendili açıp dört ucunu birbirine bağladı. Büyükçe bir mendildi. Torbaya dönüşen mendile ceviz doldurdu.

Annem:

“Ben de sacçöreği vereyim sana,” dedi.

“Beni utandırıyorsun gelin hanım. Ne gereği vardı ki?”

“O nasıl söz Ali Dayı?” dedi annem. “Utanacak ne var ki bunda. Afiyetle yersin.”

Güldü babam:

“Tuhaf adamsın be Ali Dayı,” dedi. “Kaç kez söyledim sana. El gibi görme bizi. Evimiz de, soframız da, yüreğimiz gibi her zaman açıktır sana. Biz de senin bir evladın sayılırız.”

Ali Dayı sevinçli bir utangaçlıkla:

“Allah sizden razı olsun! Arif Efendi yeğenim. Kazancınızı da gür eylesin!” dedi.

“Sağ ol Ali Dayı,” diyen babam, gazete kağıdına sarılı sacçöreklerini ceviz çıkınının üzerine yerleştirerek uzattı. 

“Afiyet şeker olsun,” dedi.

Ali Dayı çok sevinmişti.

“Allah yavrularınızı başa kadar versin! Acılarını göstermesin!” dualarıyla gitti.

(SÜRECEK)