Köyün çıkışında geniş bir bölüm ceviz ağaçlarıyla kaplıydı.  “Maşatlar” derlerdi buraya. Yolun iki yanında bahçeler uzayıp gidiyordu Pınarcıklar’a aşağı. Her türden meyve ağaçlarıyla donanmıştı bahçeler. Köyümüzün geçimi daha çok meyvecilik ve sebzecilikten olduğundan, ağaca çok önem verilirdi köyümüzde. Daha da çok meyve ağacına... Bu nedenle doğal güzellikleri eşsizdi köyümüzün.

Maşatlardan harmanlar yönüne saparak, vardık Arpalık Bahçe’nin kıyısına. Ulu ceviz ağacının yanında durduk. Çevredeki ceviz ağaçlarının en büyüğü, en görkemlisiydi. Onların gövdeleri kadar,  bunun dalları vardı. Aynı zamanda bahçelerle tarlaların sınır noktasındaydı.

Sesimizi duyan kargalar, gaklayarak başka ağaçlara uçup gittiler. Ceviz ağacından bir de sincap indi. Eşrefle Yaşar da görmüşlerdi sincabı. Aynı anda bağırdılar heyecanla.

“Ağabey! Sincaba bak sincaba!.. nasıl da kaçıyor!”

Sincabın bol tüylü, uzun bir kuyruğu vardı. Kıyıdaki çalıların içine girip gözden kayboldu. Biz eşeklerin yükünü indirirken, onlar hala tartışıyorlardı.

“Sincabı önce ben gördüm aslanım!.”

“Yaaa! Senden önce ben gördüm  akıllım!..”

Gülerek:

“Onu sadece siz değil, biz de gördük aslanım akıllım,” dedim. “Hem sadece biz onu değil, o da bizi gördü. Korktu ve kaçtı.”

Ağabeyimle birlikte eşekleri, kıyıdan bahçeye geçirerek, semerlerini aldık. Sonra uygun aralıklarla ayrı ayrı ağaçlara sicimlerle bağladık. Otlayacaklar, beğendikleri otlarla karınlarını doyuracaklardı.

Babam:

“Hadi bakalım Mustafa!” dedi amcama. “İşimiz çok bugün. Mehmet’le hemen çıkın cevize!..”

“Tamam Arif abi,”  dedi amcam.

Ağabeyim çoktan hazırdı. Birer sırık seçtiler. Önce ağabeyim, sonra amcam tırmandılar ceviz ağacına. Cevizin çatağına ulaştıklarında, seçtikleri sırıkları uzattık kendilerine. Ağabeyim hem çevik, hem de pratikti amcamdan.

Babam:

“Aman dikkatli olun!” dedi. “İyi bakın gözünüzün önüne!..”

Onlar:

“Merak etmeyin !” derken, bu uyarı bana geçen yılki bir kazayı anımsattı. Dehşetle ürperdim; bir tuhaf oldum. Ceviz ağaçları birkaç yılda bir, bir kurban alıyordu köyümüzden. Havuşun Osman, Sadığın Hamdi ve Nefise’nin Mehmet Ağabey de ceviz kurbanlarından benim bildiğim üç kişiydi. Mehmet ağabey, geçen yıl Kuycak bahçede düşmüştü ceviz ağacından. Ağır yaralanmış, çok geçmeden de ölmüştü. Eşinin ve çocuklarının feryadı hala kulaklarımdadır. Günlerce etkisinden kurtulamamıştık.

Sırık vuruşlarıyla düşmeye başlayan cevizlerin patırtısı beni, daldığım bu tatsız düşten uzaklaştırdı. Yaşar’la Eşref zıp zıp zıplıyorlardı sevinçten.

“Yaşar bak!” dedim.” Nasıl da ceviz yağıyor ağaçtan.”

“Yaa!” diyerek güldü Yaşar. “Ceviz yağmur mu  ki yağsın akıllım?”

Annemle yengem düşen cevizleri toplamaya başlamışlardı bile.

Annem:

“Aman çocuklar, dikkat edin başınıza, sakının cevizlerden!”  diyerek uyardı bizi.

Ben hem ceviz topluyor, hem de Eşref’le Yaşar’ı izliyordum. Onlar, kırdıkları cevizlerin tadına bakmaya başlamışlardı bile. Ben de bir iki ceviz kırıp yedim. Çok hoştu tadı.

Babam da uzun bir sırık almış, yerden uzanabildiği dallara vuruyordu.

Şırak, şırak , şırak...

Dallara çarpan sırıkların “şırak şırak” sesleriyle, yere düşen cevizlerin patırtıları birbirine karışıyordu. Hoş bir müzik gibi ruhumuzu okşuyordu bu uyumsuz sesler. Cevizlerle birlikte, çırpılan dallar da iniyordu yere.

Eşref, sırıklardan birinin ucundan tutmuş, kaldırmaya uğraşıyordu. Ama boşuna...

“Ben de ceviz çırpacağım aslanım,” diyordu Yaşar’a .

Yaşar da birini kavramıştı sırığın.

Babam gördü ve güldü:

“Bırakın bakayım o sırıkları !” dedi. “Sizin o işi yapabilmeniz için daha kırk tekne ekmek yemeniz gerekir.”

İkisi de engellenmenin verdiği buruklukla bıraktılar sırıkları, sonra yanıma geldiler. Eşref’in “kırk tekne ekmek”  sözü aklına takılmış olmalıydı ki:

“Ağabey, sen kırk tekne ekmek yiyebilir misin?” diye sordu.

“Yiyemem,” dedim.

“Peki  babam?..”

“Babam da yiyemez. Hiç kimse yiyemez kırk tekne ekmeği.”

“Öyleyse babam niye öyle söyledi?”

Güldüm.  Saçlarını okşayarak:

“Bak,” dedim. “Kırk tekne ekmek büyüyünceye değin yenilebilir.”

“Babam gibi,  amcam gibi oluncaya değin mi?”

“Evet, öyle..” dedim.

“Peki sen ceviz çırpabilir misin?”

“Hayır,” dedim. “Çırpamam. Ama çırpılanları toplarım. Hadi bakalım. Gelin, siz de ceviz toplayın.”

“Olur,” dedi Eşref. “Toplayalım.”

“Kim daha çok topluyor, hadi yarışın!” dedim.

Yaşar öne atıldı:

“Ben daha çok toplarım akıllım!”

Eşref:

“Asıl ben daha çok toplarım aslanım!” dedi. 

(SÜRECEK)