Bu arada Hasan ve Şahin’le birlikte balık toplayan diğer köylüler de yanımızda birikmeye başladı. Her biri benim kovama balık bırakmak istiyordu, ancak ben bunların hepsini yiyemeyeceğimi, kalırsa bozulacağını söyleyerek bırakmalarını önledim. Bugün şanslıyım, hiç beklemediğim bir şekilde akşam yemeğim geldi. Balıkları yıkayıp, temizleyip, unlayıp tavaya attım. Kızarırken sebze sepetimde kalan soğanlardan birini soyup masaya koydum. Kasabada haftada bir pazar kurulurdu, civar köylerden ve benim çalıştığım köyden insanlar ürünlerini satardı. Kentten pazarcılar da gelir tezgahlarını açardı. Kasabaya gittiğim pazar haftalarından birinde aldığım beyaz şarabımı bir su bardağına doldurup tabağımın yanına yerleştirdim, kadehim yoktu. Yanlış anlaşılmasın, kasabada kadeh bulunmadığı için değil, almak istemediğim için. Kırmadan getirebildim diyorum çünkü ben aldığım şişeleri düşürüp kırma beceriksizliğini hep gösteririm. Kendime ziyafet çekiyordum. Yalnız başıma pek keyifli gitmiyordu ama okul günlerimi, arkadaşlarımı anımsıyor, aramızda geçen espriler, muhabbetler, anlatılan öykü ve fıkralar bir kez daha aklımdan geçiyor, yüreğimde kırmızı bir çiçek büyüyor, insanlar arasında bulunmanın, birey olmanın önemi bir kez daha kafama dank ediyordu.

Hiç birimiz çok harçlıkla okula gelen öğrenciler değildik ama kendi aramızda mutlu olmadığımız da söylenemezdi. Harçlıklarımızı bölüştüğümüz bile olurdu.  Okul günlerimi anımsayarak dalar giderdim. Gündüzlerim dersle, öğrencilerle doluyor, arada bir uğrayan velilerimle sohbet ediyor, fazla sıkılacak zaman bulamıyordum, ancak yalnız çalışan bir öğretmen olarak akşamlarım hep yalnız geçiyordu. Yalnızlık kader gibi biniyordu sırtıma, ya da yapışıyordu yakama.     Burada, dersler bittikten sonra alışkanlık halinde yaptığım şeyler çok sınırlıydı. Çokça kitap ve kasabaya bir gün veya iki üç gün geç gelen gazetelerin okuyamadığım makalelerini okuyor, uykum gelince de yatağıma girip lambayı söndürüyor, uykuya dalıyordum. Köylülerim gazete alışkanlığımı bilirlerdi, hangisi kasabaya gidecek olsa bana haber vermeden de gazetemi getirirlerdi. Ücretini almak istemezlerdi, ancak ben “Beni mahcup etme.” der ceplerine koyardım.

Sobanın üstünde sürekli bulunan ibrikte su ısınıyor, ısınan suyla çoraplarımı ve ayaklarımı yıkıyorum.  Ayaklarım kokmaz, fazla da terlemem. Ancak toprak yolda, bahçede dolaştıkça çoraplarım ve ayakkabılarım toz içinde kalıyor ve sık yıkamam gerekiyor. En azında haftada bir kez olsun yıkanmaya özen gösteriyordum. Bitlenmeye, pirelenmeye karşı en etkili yöntem olduğuna inanıyordum. Neyse ki bitlenmedim.

Dereden balık toplandığını duydum ya, durur muyum, kanalın ayrıldığı yerin doldurulacağını, suyun kesileceğini bana da haber verir oldu komşular, onlarla birlikte ben de balık toplamaya, köylüler kanalı tıkadıkça kendime balık ziyafeti çekmeye başladım. Kanalın suyunu keserek balık avlamak ilk kez duyduğum bir yöntemdi. O köyde kaldığım sürece işe yaradı, benim de öğlen veya akşam yemeğim hazır oldu. Bu iş çok hoşuma gitmişti. Hafta sonları, kasabaya kadar yürümeyi göze almaz, köyde kalmaya karar verirsem kahvaltımı geç yapıyor, akşama kadar başka bir şey yemiyordum. Anlayacağınız hafta sonları öğünü ikiye düşürmüştüm.

Birkaç gün sonra Hasan okula uğradığında balık konusu tekrar açıldı. Hasan “Ohoo hocam, senin daha köyün altında ırmağın büküldüğü, derin bir girdap oluşturduğu yerden haberin yok. Seni bu cumartesi oraya götüreyim, biz eskiden oradan çok balık çekerdik. Şimdilerde pek gitmiyoruz.” 

“Tamam Hasan, cumartesi kahvaltıdan sonra gidelim.”  

Hasan cumartesi sabah geldi. Köyün altına, ırmağa giden yolda ilerliyoruz, Hasan anlatıyor. “Bu yer çok derin hocam, birazdan göreceksin. Burada öyle büyük balıklar var ki görsen korkarsın. Bütün köylü fırsat buldukça burada balık avlardık. Bir gün kasabadan biri geldi, siz buraya dinamit atın, balıkları toplaya toplaya bitiremezsiniz, dedi. İnanmadık. Bizim Hüseyin amcanın oğlu Fevzi kasabanın öte tarafındaki taş ocağına kadar gitmiş, durumu anlatmış, Fevzi’ye iki tane dinamit lokumu vermişler, nasıl ateşleneceğini de öğretmişler. Fevzi” Gelin hep beraber gidip dinamit atalım.” diye bizi topladı. Kalktık, gittik. Biz seyrediyoruz, Fevzi ”Uzağa gidin, yere yatın, kafanıza taş maş gelmesin, sakat kalırsınız.” diye uyardı.

(SÜRECEK)