Ülkenin pek çok yerinde orman yangınları var. Biz sadece seyretmekle yetiniyoruz. Ekranlardan uçuşan helikopter görüntüleri izliyoruz. Bakanların yangın bölgelerinden verdikleri pozlardan yüzlerindeki kontrollü kaygıyı görüyoruz. Bu ülkede artık yangını söndüren değil, yangını yöneten bir anlayış var. Yanlış anlaşılmasın etrafı saran alevleri değil, algıyı yönetiyorlar. Küller arasında bile piar çalışması.
Eskişehir yangınında 10 can kaybolup gitti. Kimse hesap vermeyecek, sorumlular istifa etmeyecek, kimse sorumluluk almayacak. Ölen öldüğü ile kalacak. Yangınla mücadele halkla ilişkilerden ibaret. İtibar uğruna doğayı, insanları ve ağacı kurban ediyoruz. Ne gam!
Orman işçilerine gaz maskesi verilmemiş, yangın kıyafetleri eksikmiş, ne yapalım vatan sağolsun deyip geçsek mi? O kıyafetlerin alınması için ödenek ayrılmadı mı? Ayrıldıysa nerede? Demek ki ödenekler ereği doğrultusunda kullanılmıyor.
Biz hâlâ linç kültürü üzerine toplantılar düzenliyoruz. Orman kül olmuş, içindeki tüm canlılar yanmış. Köylünün geçimi gitmiş, çocuklar dumanla zehirlenmiş, biz toplantılarda “nefret dili” tartışıyoruz. Oysa nefretin kendisi iktidarın duyarsızlığı.
Yangın en büyük felaketlerden birisi, asıl felaket ise felaketle baş etme biçimimiz. Örneğin deprem anında 48 saat enkaza ulaşamayan organizasyondan bahsediyorum. Adıyaman’da torununun iki gün boyunca can çekişmesini dinleyen dedenin sözü hâlâ kulaklarımızda çınlıyor: “Torunum depremden değil geç kalmaktan öldü.” Sadece bu söz bile bir suç duyurusudur, duyan olursa.
2020 Pandemide belediyeler elini taşın altına soktu diye valilerden, “izin almadan ekmek dağıtamazsın” diyen bir merkezi akılla karşı karşıyayız. İktidarın muhalefet belediyelerinin halka yaptığı yardıma bile tahammül edemediğini unutmadık. Ne garip ki ülkemizde “yardım” bir sadaka değildir. Bir yönetme rekabetidir. Vatandaşı doyuran değil, kimin oy aldığı daha önemlidir.
Orman yangınları da öyle, yangını söndürme biçimi değil, Tweet’i ilk kim attı. Kamerayı ilk kim gördü, işin önceliği budur. Eskişehir’de 3 aylık işçinin eğitimsiz elinde hortumla cehenneme sürülmesi, ihmal değil olsa olsa cinayetin bir başka türüdür.
Gazetelerin yazdığına göre yangınların nedeninin dörtte birinin enerji nakil hatları olduğu söyleniyor. Denetleyen var mı? Yok. Zaten çoğu özelleştirerek adrese teslim edilen elektrik şirketleri. Bunlara sorgu sual yok. 22 bin maden ruhsatının büyük bölümü ormanlık alanlarda. Düşünmeden edemiyoruz, bu alanlarda çıkan yangınlar doğanın intiharı mı? Yoksa organize sabotaj olabilir mi?
Sanmayın yangın sadece ormanlarda, bir başka yangın ise: 600 bin kamu işçisi hâlâ toplusözleşme bekliyor. İçlerinde ormancılar da var. Ayda 36 bin liraya doğayla savaşıyorlar. Sadece alevle değil, ihmalle, eğitimsizlikle, donanımsızlıkla savaşıyorlar. İşte bu, bu ülkenin en koyu ve karanlık yangınıdır.
Artık ülkemizde dört değil üç mevsim yaşanıyor. Seller mevsimi, depremler mevsimi, yangınlar mevsimi. Ortak paydaları önlenme olasılıklarıdır. Oysa biz kurbanımızı kesip “kadere” havale ediyoruz. Bile bile ihmal. Yanan sadece ciğerlerimiz değil. Aklımız da yanıyor.
Zamanında bu yangını önleyemezsek sadece ormanlarımız değil ülkenin geleceği de yanar kül olursa, bir daha yeşertmek pek kolay olmaz.