(Dolarla Orman Talanı)

Bu tür formüle edilmiş, klişeleştirilmiş, kılıflandırılmış ifadelerden, oldum olası hep rahatsızlık duyarım.

Örneğin, “orman vasfını yitirmiş araziler” tümcesi...

Ne demek şimdi bu?...

Hangi coğrafyada, hangi ülkede bir orman (ya da ormanlar); durduk yere, “orman vasfını” yitirir!?...

Olabilir!...

Orman yanar, orman yakılır...

Orman bilinçli, bilinçsiz tıraşlanır, v.s, v.s...

Sen de devlet olarak çıkarsın, yeniden ağaçlandırırsın... Yine orman olur. (İsrail, çöllerini yeşertip -dikkatiniz çekerim, normal topraklarını değil ÇÖLLERİNİ- ağaçlandırıyor)

Haaa... Sen devlet olarak,  ağaçlarına, ormanlarına sahip çıkmazsan ya da çıkamazsan, sen devlet olarak (1937 yılından bu yana) ormanlarının sınırlarını hâlâ  bilemezsen, sen ormanlarının yakılmasına,  ormanlarının işgal edilmesine göz yumarsan, sen orman arazisi üzerine gecekondu yapanlara OY MÜLAHAZASIYLA  üstelik su, elektrik verir, yol yaparsan, sen orman arazisi üzerinde varoşlar oluşturulmasına izin verirsen; o zaman o arazilerin adı; “orman vasfını yitirmiş araziler” değil, “DEVLET/VATANDAŞ İŞ BİRLİĞİYLE ORMAN VASFI YİTİRTİLMİŞ ARAZİLER”  olur.

Ha “yitirmiş”, ha “yitirtilmiş”, ne fark eder ki?...

Çok şey fark eder!

Biri, karşındaki kitleyi aptal yerine koymak, diğeri mertçe olayı itiraf etmektir. Birinde samimiyet vardır, diğerinde samimiyetsizlik...

Böyle bir ifade olur mu?...

Bu içten pazarlığın, safça dışa vurumudur. 

Böyle bir ifade biçimi; sadece ve sadece bizim gibi az gelişmiş ülkelerin, az gelişmiş beyinlerine özgü bir ifade biçimidir...

Hem kendi elinle ormanı tarumar ettireceksin, hem de utanmadan, sıkılmadan; “bu araziler, orman vasfını kaybetti” diyeceksin.

Böyle kepazelik olmaz!

Ülkenin tüm yeraltı ve yerüstü değerlerini “çil çil dolar” olarak görüp, Ülkenin varını yoğunu satmaya hazırlanan iktidarın Orman Bakanı, televizyonlara çıkıp, İstanbul’un Sultanbeyli’sini ya da benzeri şekilde DEVLET TARAFINDAN GASPETTİRİLMİŞ arazilerin, kentleşmiş resimlerini gösterip, “...burası orman arazisi... gördüğünüz gibi üzerinde koca bir semt oluşmuş... bu durumda biz ne yapalım?... Semt olmaktan çıkıp, ilçe haline gelmiş bu koca kenti yıkalım mı? ...” diye demagoji yapıyor...

Orman Bakanı ne zaman televizyona çıkıp ne zaman o tür resimleri gösterse, (ulusal basına yansımayacak ölçekte bile olsa) Ülkenin dört bir yanında orman yangınları çıkıyor, Ülkenin dört bir yanında orman işgalleri oluyor.

Orman arazisi alanlarını daraltarak, bu bölgelerde yapılaşmaya zemin hazırlayan af düzenlemelerinin yapılacağı yıllarda, orman yangınlarında önemli oranlarda artış olduğu, örnekleriyle sabit.

Bakın Bodrum ve Marmaris’te peş peşe orman yangınları çıkmaya başladı. Bunlar rantın yüksek olduğu yerler ve de büyük ölçekli yangınlar olduğu için, basına yansıyanlar... Ya yansımayanlar?... Ya çaktırmadan iç edilenler?...

Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği (KÇOSAD) yayımladıkları bültende; “...1950 – 1977 döneminde ormanlarla ilgili yasal değişikliklerin gündeme getirildiği 14 yıl içersinde, her yıl ortalama 955 yangının meydana geldiğini ve her yıl ortalama, 30.4 bin hektar ormanlık alanın, tümüyle yandığını...” vurguluyor.  “...Orman yasalarıyla ilgili ‘tartışma yaşanmayan’ 13 yıllık dönemde ise, yangın sayısının yılda 513, yanan orman alanın da ortalama 8 bin hektar...” olduğunu belirtiyor.  

Bu istatistiki rakamlar da gösteriyor ki; “af geliyor” sözcükleri, kundakçıları ve işgalcileri coşturup, azdırıyor.  

Bu durum; bizim gibi “her bir şeyi az gelişmiş ülkeler için”, son derece doğal bir reflekstir.

Elini verdin mi, kolunu kurtaramazsın.

Oh ne âlâ ne memleket...

Sat ormanı, gelsin dolarlar...

İşgal et ormanı, dön köşeyi...

Bunun adı, dolarla orman talanıdır.

Diğer uygar ülkelerin orman bakanları, ormansız alanları bile ormanlaştırmak için mücadele verir; bizimkiler, olan ormanları elden çıkarmaya uğraşır.

Böyle bir çelişki olabilir mi?...

Olur!...

Neden olur?...

Çünkü burası Türkiye!... Burada her şey olur...