“Beş tanesi çok… Birini verseniz yeter. Öbürlerini de başka çocuklara verirsiniz.” dedim.

“Bak şuna,“ dedi. “Demek başka çocuklara veririm ha! İlahi çocuk minicik aklınla şaşırtıyorsun beni. Başkalarını da düşünecek kadar soylu duygular taşıyan bir çocuk bunları çoktan hak etmiştir.

Çaresiz alacaktım. Hem çok seviniyor hem de babamın tepkisinden çekiniyordum.

“Çok teşekkür ederim öğretmen amca.” dedim. Kitap paketini alarak, elini öptüm. “Ne kadar iyisiniz!”

“Bir şey değil Zafer Aydın “ dedi. Güle güle oku. Soyadın gibi aydın ol. Babana, öğretmenlerine çok selam götür. Atatürk İlkokulu’dan Mehmet öğretmenin selamı var de. Unutma!”

“Unutmam!” dedim. Çok sağ olun Öğretmen amca. Sizi de unutmayacağım.” Bu kitapları arkadaşlarıma da okutacağım.”

Öğretmen amca eğildi, sevgiyle gözlerime baktı. Sonra da kucaklayıp yanaklarımdan öptü.

“Biliyor musun? dedi. “Bugün benim için çok güzel ve kazançlı bir gündü.”

Soran gözlerle yüzüne baktım.

“Çünkü” dedi. “Senin gibi akıllı, zeki ve gelecek için umut veren küçük bir dost kazandım.”

Kulaklarıma değin kızardığımı duyumsuyordum. Beni yücelten, onurlandıran böylesine güzel sözleri bir de öğretmenim söylemişti..

“Çok sağ olun öğretmen amca” dedim.

Ayrılık zamanı gelip çatmıştı.

“Haydi, güle güle “ dedi. “Başarılar sana Zafer Aydın!..”

“Size de Öğretmen amca!..” dedim.

El sallayıp, ivedi adımlarla babamın yanına yönlendim. Sevinç ve heyecandan içim içime sığmıyordu.

Babam, durmadan tartıyordu. Az kalmıştı sattığı sebze ve meyveler. Güneş başucumuzdaydı sanki. Sıcağı iyice bunaltıyor, yapış yapış terletiyordu insanı.

Çok sürmedi, bitirdi satış işini . Teraziyi kiloları toparlayıp doldurdu heybenin gözüne.

Sonra satıştan elde ettiği parayı önüme koyarak:

“Say bakalım oğlum,” dedi. “Şu parayı! Neymiş bakalım sattıklarımızın tutarı?”

“Olur “dedim.

Kağıt paraları bir yana ayırıp, önce onları saydım. Sonra da madeni paraları… Tamamı yirmi dokuz lira otuz beş kuruştu. Bir daha saydım, aynı sonucu buldum.

“Yirmi dokuz lira otuz beş kuruş,” dedim.

Bir kez de babam saydı, sonuç aynıydı.

“İşte “ dedi babam. İki hayvanın yükünden elde edilen gelir bu kadar. Bu ne demek? Bu, bir işçinin dört günlük kazancı demek… Görüyorsun oğlum. Kaç günlük emeğimizin karşılığı bu. Yeterli sayabilir miyiz? Sayamayız elbette. Ama başka çıkar yolumuz var mı çalışmaktan gayri? Yok tabi.”

Sonra bir köylü sigarası çıkarıp yaktı. Çekti derin derin ciğerlerine. İçmezdi her zaman. Arada bir yakardı. Yeniden birkaç soluk daha alıp verdi. Peş peşe öksürdü. Sonra kaldırıp atarak bastı üzerine.

“İçilecek zıkkım değil ya! Kim icat ettiyse!..”

Sonra bana dönerek:

“Bak oğlum,” dedi. Sesi yumuşaktı, sevgi doluydu. “Sen daha küçüksün. Pek aklın ermez bu işlere ya; yine de akıllı çocuksun. Anlarsın diyeceklerimi. Gördüğün gibi, para öyle kolay kazanılmıyor. Geçim kolay değil. Çevremizde gördüğün tüm insanlar, hep geçim derdindeler. Kimi işini yoluna koymuş, kolay geçiniyor. Kimisi de zor... Ama zor geçinenler daha da çoğunlukta. Hele bizim gibi köylü takımının işi daha da zor. Varsa bir parça tarlan tapanın, bağın bahçen... Çalışır çabalar, eker biçer, üretir yetiştirirsin. Elde ettiklerinin bir bölümünü yemek için ayırırsın. Kalanını da götürür satarsın pazarlarda. Cebin biraz para görür. O parayla da diğer gereksinimlerini alırsın. Başkalarına muhtaç olmazsın. Ya da uzak kır köylerine gider; oralarda ekin, yarma, bulgur karşılığında değişim yaparsun.”

Derin bir soluk alıp verdikten sonra yeniden sürdürdü:

“Çalışmazsak aç ve açıkta kalırız. Kimse beş kuruş vermez. Verse bile borçtur. Borçlanmaksa kötüdür. Anasını ödersin, danası yine kalır. Bir borçlanmaya gör. Yıl on iki ay ödesen, bitiremezsin. “Borçlu ölmez ama benzi sararır” diye boşuna söylenmemiştir. Bizim ki yaşamak değil ya; fakat ne yaparsın. Yok başka çıkar yolu. Ama Allah yine de bin bereket versin. Azı bulamayan, çoğu hiç bulamaz. Anladın mı oğlum?”

(SÜRECEK)