Dünyada düşmansız varlık yoktur derler. Her varlığın kendine göre dostları olduğu gibi, düşmanları da vardır. Bu, varlıkların doğasında olan bir gerçektir. Bunlar bazen bir ihtiyaçtan kaynaklanır, kurdun kuzuya, aslanın ceylana, etoburun ete, otoburun ota olan zarureti gibi su toprağın dostu, kuraklık yeşilin düşmanıdır. İnsanlar milletler ve devletler de çıkar uğruna birbirlerinin ya dostu veya düşmanıdırlar. Hatta uzun yıllar dost olanların zamanla öldürücü düşman haline geldikleri o kadar ki, elli sene bir yastığa baş koymuş eşlerin bile birbirlerini düşmanlıkları nedeni ile öldürdükleri görülmüş ve duyulmuş olaylardır.
Demek ki, iyilikle kötülük, çirkinlikle güzellik, yoklukla çokluk, dostlukla düşmanlık kainatta devamlı çatışma halindedir. Kainatın kaderi böyle çizilmiş oluyor. Bu durumda bizim -insanların- özellikle Müslümanların görevi, düşmanlıkları azaltıp, hatta yok edip bozulmayan devamlı dostlukları sağlamak ve barışı korumaktır. Ne yazık ki, bu durumu, barışı korumak her zaman mümkün olamamaktadır. Dünyada zuhur eden huzursuzlukların temelinde işte çıkar esasına dayalı düşmanlıklar yatmaktadır.
Güzel yurdumuza, kutsal vatanımıza, yüce milletimize asırlar boyu çektirilen ızdıraplar, kan ve gözyaşına dönüşen işkenceler, milyonlarca cana, mala mal olan kıyımların ana temeli işte bu düşmanlıklardır. Bu günlerde çektiğimiz ızdıraplar korkunç terörizm işi olan canlı bombaların yaktığı canlar, maddi ve manevi milli kaynaklarımızın heba edercesine yok edildiği milletimizi ve devletimizi dertyasıl eden olaylar da, bu milletin, bu toprakların, bu vatanın içinde ve dışındaki düşmanlar tarafından tezgâhlanıp icra edilen menfur olaylar da hep bu düşmanların işidir. Bugün milletimizin ve devletimizin düşmanı, emperyalist güçlerin uşağı olan Fetö/PYD/PKK, PYD, YPG- IŞİD=DAEŞ gibi kuyruk örgütleri, birleşerek bu aziz vatanı bölmek için el ele verenler ve yurdumuzu kan gölüne çevirenler hep bu vicdansız, azılı dış düşmanların işidir.
Peki neden bu olaylar (münferit mevzi olayların dışında) Avrupa’da, ABD, Japonya’da olmuyor da, Ortadoğu’da, Türkiye’de, Irak ve Suriye’de odaklanıyor? Elbette ki stratejik araştırma kuruluşları bunları araştırıyorlar. Ama bu korkunç düşmanı temsil eden buz dağının herkes tarafından görünen yüzü bu düşmanların kimler olduğunu bize gösteriyor. Yani mızrak çuvala saklanmaz, derler ya, o kabilden bu düşmanları herkes biliyor ve görüyor. Dünyanın bütün devletleri dahil hiçbir devlet uzak-yakın konumu ne olursa olsun Diğer devletlerin güçlenmesini, dünyada söz sahibi olmasını istemezler. Ancak ben derler, asla siz demezler. Yukarıda değinildiği gibi asıl neden budur. Yani çıkar davasıdır. Ancak devletler ve milletler de kişiler gibi şu yanılgıdan kurtulamıyorlar: Ben diyeceklerine biz deseler, birimiz yerine hepimiz, insanız deseler bu ızdırapların hiçbiri çekilmez.
Allah kâinatı öyle yaratmıştır ki, kâinata şöyle bir bakın; dağdaki kurdun belirlenmiş bir danesi, gökte uçan milyarlarca kuşun bir danesi yoktur, yani garantisi yoktur. Öyle iken herkes rızkını buluyor. Çünkü Yüce Allah mevcudatı öylesine mükemmel dizayn etmiştir ki, kıyamete kadar gelecek bütün canlılara yetecek ve yaşatacak kadar sayısız nimetleri ile kâinatı donatmıştır. Peki sorun nedir? Sorun, hak, adalet, bölüşüm ve paylaşımdır. Ben yemeyim sen ye, ben demeyim sen de deseler ve herkes böyle düşünse, yapsa, işte o zaman dağlarda kurt kuzuyla, av tazıyla yanyana yürür.
Bu ortam R.S.A.V. zamanında, asrı saadette, mutluluk asrında olmuş ve 35 sene sürmüştür. Demek ki istense olabiliyor. Ama durum dün olduğu gibi bugün de bunun tam aksi olarak hırs, tamah, sen-ben kavgası yüzünden acılar çoğalarak devam etmektedir.
Şimdi gelelim neden hedef Türkiye, niçin Ortadoğu kan gölü?
Bugün Batının ve ABD’nin emeli bölünmüş, parçalanmış ufak devletlerden oluşmuş bir Ortadoğu hayalleridir. Bunun da iki ana sebebi vardır. Güçlü bir İsrail devletinin varlığını sağlamak, emniyetini garantilemek, ikincisi ise özellikle ABD’nin dünya petrolünün yüzde 50’sinden fazlasını yüzde 70’ini bağrında barındıran Ortadoğu’da tam hakimiyet kurma emelidir. Güçlü ve istikrarlı bir Türkiye bu menfur amaçların tahakkuku için en büyük engeldir. Ortadoğu’da güçlü ve istikrarlı, devamlı yükselen bir Türkiye sömürünün önünde büyük bir manidir. Öyle ise, hedef Türkiye’dir. Bu hedefi yok etmek gerekir, mantık budur. En azından her yönüyle zayıflatıp belini doğrultamamasını sağlamaktır. Başını kaldırtmamaktır. Devamlı zayıf kalsın ki hep mahkum olsun. Asla hakim olamasın. Amaç budur.
Onun için büyüyen hele 15 senedir dünya çapında yatırımlara imza atan (Boğaz, körfez köprüleri, havaalanları gibi) Türkiye istenmemektedir. Bugün PKK, PYD, YPG, PJK, IŞID, DAEŞ, Fetö örgütlerinin faaliyetleri bu amaca yöneliktir. Hepsi görünürde ABD’nin maşasıdırlar. Bunların ellerindeki silahlar Amerikan, Almanya ve Rus yapımı silahlardır. Böylece işbirlikçi destekçilerin kimler olduğu görülmektedir.
Bu işte birinci adım Güneydoğu’da bir Kürt devleti kurulması, Kuzey Irak’ta, Suriye’de PYD YPG’nin ayrı ayrı birer Kürt devleti kurulup birleşik Kürdistan’ı oluşturmaları… Irak’la Suriye’de aynı amaç, sonra Batı emperyalizminin asırlık emelleri melun ve meşum Sevr’in hortlatılmasıdır. Ama bunların hepsi ütopya, yani hayaldir. Bin yıllık Türk yurdu olan, defaatle gücünü ispatlamış, Çanakkale, İstiklal harplerini kazanmış, 15 temmuz darbelerini enselemiş bu yüce milletin gücü defaatle test edilmiştir. Bu vatanın kayasından, kumundan bir çakıl taşı bile söküp alınamayacaktır. İşte 30 Ağustos, 9 Eylül 1922’de Yunan’ın denize dökülmesi, Gelibolu yarımadasında binlerce Anzak mezarları canlı şahittirler. Bu vatan bu zalimlere ancak mezar olur. İşin garip tarafı sözde bu medeni milletler melek görünümlü şeytan devletler, bu menfur emellerini bala katılan zehiri altın tabaklarla sunuyorlar ve bunu demokrasi hak ve özgürlükleri geri kalmış yerlere getireceğiz, insan hak ve özgürlüklerine kavuşacaksınız ümidi ile yapıyorlar. Demokratik hak ve özgürlükleri insanlara sunmak için hak ve adaleti dünyaya ortaklaşa yerleştirmek için kurulan 150’den fazla devletin üye olduğu Birleşmiş Milletler Teşkilatının vaatlerine bakıldığında tam bir adaletsizlik örneği sergilemektedirler. Yani kararlar sözde kalmakta, emekler boşa gitmekte, niyetler lafu güzaf boş sözden ileri gitmemektedir.
Dünyada hak ve adaleti tesis etmek için kurulan ve “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesini Anayasa” kabul eden Birleşmiş Milletler teşkilatı maalesef güçlü devletlerin yayılmacı, sömürücü emellerine hizmet etmekten öte bir şey yapamamaktadır.
(SÜRECEK)