Dün, 28 Eylül 2024’te, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah öldürüldü. Nasrallah geçen hafta İsrail saldırılarından sonra intikam alınacağını ilan etmişti. İsrail Nasrallah’ı yok etmeyi ve Hizbullah’ı ayağa kalkamaz duruma getirmeyi yıllardır planlıyordu ve bunu en gelişmiş ABD silahlarıyla gerçekleştirdi.
Ortada en açık deyimle Amerikan yayılmacılığı ve hegemonyası boy gösteriyor, İsrail piyon.
Hizbullah direniş örgütünü kuran, süreç içerisinde Lübnan’da en büyük silahlı güç haline gelmesinde önemli rol oynayan Nasrallah’ın bu denli büyük bir İsrail saldırısı olacağını hesap etmemiş olması düşünülemez. Bu saldırılara karşı koyacak çapta güçlü direniş mevzilerini oluşturmamış olması da düşünülemez. Nasrallah ve etrafındaki komuta çemberinden hemen hemen her kişi planlı saldırılarla öldürüldü. Bu saldırıların çok uzun yıllar planlandığı ve bugün uygulamaya geçildiğini anlıyoruz. Savaş ortamında komutanların yok edilmesiyle tüm ordu dağılmaz, yerine yeni komutanlar atanır, savaş özellikle de direniş yapan açısından sürer. Hizbullah İsrail’e teslim olmayacaktır.
Daha önceki (2006, 2020) Lübnan ve Gazze saldırılarından ders çıkaran İsrail, ABD ve İngiltere-Fransa ikilisinin tam desteği altında BÜYÜK İSRAİL’i oluşturmak üzere bölge halklarına kan kusturuyor. Netanyahu büyük bir yüzsüzlükle gelip konuştuğu BM zirvesinde elinde bir harita gösterdi ve kendi çıkarına olan bölgeleri ‘kutsanmış’ diğer bölge ülkelerini ‘lanetli’ olarak tanımladı. Kutsanmışlık Tevrat’tan geliyor, dinsel referanslarla, din savaşlarıyla yürümeye çalışıyor. Buna da bütün Batı, emperyalist Batı alkış tutuyor. Ancak kendi halkları lanet okuyor. Bu saldırıların ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi ile bağlantılı olduğunu büyük çoğunluğu 50 yaş üzerindeki insanlar görüyor. Bütün Siyonist saldırılara ve Filistinli katliamlarına tanığız. GOP emperyalizmin bölgeyi altüst edeceği, sınırları değiştireceği bir projedir. İsrail bu planın savaşçı öncüsüdür ve ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın büyük silah ve mühimmat desteği ile ve kendi kutsal kitapları Tevrat’tan aldıkları dinsel referanslarla saldırıyor, katlediyor, yıkıyor, böylelikle yayılıyor. İsrail girdiği yerden çıkmamıştır, çıkmayacaktır. Bu kez ateş düştüğü yerde kalmayacak tüm Ortadoğu’yu saracaktır. Umarım bizim yöneticilerimiz İnönü sayesinde 2. Paylaşım savaşına girmeyişimizi örnek alır, uzak dururlar. Şunu da bilmek gerekir: Savaş kapımıza dayanırsa? Bu olasılık düşünülerek acil önlem alınmalıdır.
Bu noktaya gelmenin çıkış noktası Kasım Süleymani cinayetidir ve bundan sonra aşama aşama gelişmiştir. Kasım Süleymani Hizbullah dahil birçok direniş örgütünün kurulması ve yönlendirilmesinde önemli rol oynayan bir komutandı. Bu direniş örgütlerine her türlü desteği ve gerek duyulduğunda savaşçı sağlayan bir kişilikti. Süleymani öldürüldüğünde İran’dan büyük bir misilleme bekleniyordu, gelmedi. İran’ın kendi komuta kademesindeki önemli kişilerin katledilmesine, hatta devlet başkanları Reisi ve dışişleri bakanlarının şüpheli helikopter kazasında ölümünde dahi İsrail’i hedef almamasına şaşmamak gerekir. Elinde yeterli silahı olmadan bütün Ortadoğu’ya yayılabileceğini düşündüğü ve kendi içinde parçalanmaya yol açacağını hesap ettiği bir ciddi karşılıktan kaçındı.
İran ciddi karşılık vermeyerek büyük kapışmadan kurtulabilir mi? Kanımca kurtulamayacak. Elinde tuttuğu dev enerji yataklarını gözüne kestirmiş olan emperyalist ülkelerin İran’a saldırması için bir bahane aramalarına gerek yok, petrol kaynakları yeterli nedendir. Her an saldırabilir ve İran’ı dağıtabilirler. NATO bunun aracıdır. İran yetkilileri de bu gelişmeyi görüyor olmalı. O nedenle daha güçlü savunma hazırlıkları içine girmiş olmalılar.
İsrail’i önce Gazze’ye sonra Lübnan’a saldırtarak İran etkisi altındaki direniş örgütlerini temizleyerek, İran’a girme yollarını açmışlardır. Hedefte şimdilik tüm Lübnan ve Suriye görünüyor. Daha sonra üçe bölünmüş olan Irak hedeftedir. İran’ı denizden güçlü savaş gemileriyle Körfez’de ve Doğu Akdeniz’de bekleyen savaş gemileriyle kıstırmış olan ABD için en uygun saldırı koşulları oluşmuş durumda. Ayrıca bölgedeki İşbirlikçi rejimlerin topraklarında ABD kara, hava ve deniz gücü olarak 56.000 Amerikan askeri bulunmaktadır. Nedenleri açık: Ukrayna savaşıyla uğraşan Rusya’nın kıpırdayacak durumda olmadığını, ekonomik gelişmeyle meşgul olan Çin’in bir karşı girişimde bulunamayacağını hesaplayan ABD emperyalizmi pusudan çıkmış saldırı pozisyonu almıştır.
Aralık 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ABD dünyanın tek büyük silahlı gücü olarak hemen hemen her kıtada genişledi ve geçen 30 yıllık süreçte hegemonyasını perçinledi. Şimdi ortamın tek at oynatıcısı olarak İsrail piyonunu öne sürdü, her an müdahale etmek üzere. Denebilir ki İsrail İran’ı savaş alanına çekmeye, böylelikle Amerikan projesine zemin oluşturmaya çalışıyor. ABD ise koşulların biraz daha olgunlaşmasını bekliyor. Uygun koşullar oluştuğuna inandığı anda bahane aramaksızın doğrudan İran’ın tepesine binecektir.
Sovyetler Birliği dağılmasaydı son 30 yıllık süreçte yaşananların hiç birisi yaşanmazdı. İki kutuplu dünyada bir blokun diğerine, özellikle NATO blokunun Sovyetler’e saldırması düşünülemezdi. O nedenle Sovyet etkisi altında daha ulusçu varlık gösteren Baas Partili Arap dünyası bugünkü dağınıklığı göstermezdi. Suudiler ve Katar gibi Arap ülkelerinin yönetimleri geleceklerini ABD ve İngiltere’ye bağlamış durumdalar. Ne Gazze’ye ne de Hizbullah’a destek olurlar. İsrail açısından Filistin diye bir yurt, Filistinli diye bir halk kalmayacak. Bu mümkün mü? Bir halk topyekûn katledilemez.
Dönelim Lübnan’a.
Hizbullah lideri Nasrallah ve komuta kademesindeki en önemli kişilerin öldürülmesi Hizbullah’ı çökertmez ancak büyük yara açmıştır. Hizbullah kısa zamanda toparlanır ve İsrail işgaline karşı savunma savaşı verir.
Bütün dünyada benzer gelişmeler yaşanmıştır. İktidarlar kendilerini alaşağı edecek olduğuna inandıkları muhalefetin içine ajanlarını sokarak ve yeterli istihbarî bilgileri toplayarak komuta kademelerini ya öldürmüşler ya da hareket edemez duruma getirmişlerdir. Böylesi durumları yenilgi olarak değil, koşulsuz dağılma olarak değerlendirmek gerekir. Geride kalanlar ise yeniden toparlanamayacak kadar dağınıklık göstermişlerdir. Yaşadığımız tarih, Küba hariç, bunun acı örnekleriyle doludur.
Giderek genişleyen saldırı ortamı tüm Ortadoğu’yu etkisi altına alma ve yeni bir büyük savaş yaratma potansiyelini barındırmaktadır.
Öncelikle İsrail işçi sınıfı ve savaş karşıtları ve tüm dünyada barış isteyen güçler bu savaş suçlarına son verebilir diye düşünüyorum. Umarım daha fazla kararsız kalmaz, harekete geçer ve bu insanlık suçuna/dramına daha fazla ortak olmazlar.