Hac ibadetini yapmak için Mekke’ye gidenlerin dikkatini en önce çeken, Suudi Arabistan hükümeti tarafından yaptırılan ve Kâbe’ye kuşbakışı bakan bir saat olur. Bu saatin çapı 43 metredir. Dört yüzlüdür ve rakamlarının her biri 3 metre uzunluktadır. Saatin, Müslüman dünyasının resmi zaman göstergesi olması için çalışma yapılıyor.
400 metre yükseklikten Kâbe’ye bakan dünyanın bu en büyük saati, otel binasının tepesindeki kuleye yerleştirilmiş. Kulenin yüksekliği de 601 metre ve Dubai'deki Burç Halife kulesinin ardından dünyada ikinci en yüksek yapısı. Bina, burada kurulu Osmanlı kalesi yıkılarak yerine inşa edilmiş.
Her yüzünde “Bismillah” yazan saatin kenarlarını 90 milyonun üzerinde renkli cam mozaikler süslüyor, iki milyon LED ile aydınlatılan saat, şehrin her yerinden rahatça görülebiliyor. Proje, 3 milyar dolara mal olmuş. Saatin yüzlerini Alman Premiere Composite Technologies adlı şirket üretmiş.
Günün beş vaktinde, saatin tepesine yerleştirilen 21 bin adet beyaz ve yeşil ışık yakılarak Müslümanlara namaz vakti hatırlatılıyor ki, bu ışık 30 km uzaktan görülebiliyor. Suudi yetkililer İngiltere’den geçen Grinviç’i temel alan dünya saati yerine, dünyada Müslüman saatinin işleyeceğini söylüyorlar.
Eskiler “Niyet hayırlı ise sonuç da hayırlı olur.” derlerdi. İnşallah olur da, insanın aklına şu soru takılıyor: Peki, ama neden şimdiye kadar Müslüman saati işlemiyordu? İşlemesi için mutlaka 400 metre yukarıda olması ya da Müslümanların gurur duyacağı bir saatin Almanlar tarafından yapılması mı gerekiyordu?
Keşke, "Müslüman saati"ni dünyanın en yüksek kulesini dikerek çalıştırmak mümkün olsaydı! Keşke 3 milyar dolar harcamakla bu iş bitiverseydi! Keşke saatin her yüzüne “Bismillah” yazdığımızda Müslüman saati oluverseydi! Oysa Müslüman Saati’nin Dört Halife Dönemi’nin sona ermesiyle durduğu, 14 asırdır da çalışmadığı düşünülüyor. Peki, ama öyleyse bu kadar para boşuna mı harcandı, dünyanın en büyük saati boşuna mı yapıldı?
Evet, ne yazık ki boşuna yapıldı. Çünkü Müslüman saati; harcanan 3 milyar doları Arap’ın gösteriş, debdebe ve şatafat takıntısı için değil, dünyada açlık ve susuzluk çekenler için harcandığında çalışır. Ramazanda “bugün ben seni, yarın sen beni” türünden birbirimizi ağırladığımız ziyafetlere harcadıklarımızı, garibanlara aktardığımızda çalışır. Lokantalarda kişi başı iftar fix mönüsü (!) 150-200 lira arasında değişirken, bunu çok ucuz bulanların bu parayı kör midelerine değil de garibanın sofrasına harcadıklarında çalışır. Belediyelerin reklâm ve oy avcılığı kokan iftar çadırları yerine ‘biz bu yıl oy için değil, sadece gerçek ihtiyaç sahiplerine yönelik yardım yapacağız; dediklerinde çalışır
Temel sorunumuz nedir biliyor musunuz? Çok temiz ve saf olup hemen inanıvermek. Hele hele bu din ve İslam adına olursa çok daha kolay oluyor. Çünkü son zamanlarda sıklıkla duyduğumuz “dinci” sözcüğü ile “dindar”ı birbirine karıştırıyor, ya da ikisinin de aynı olduğunu düşünerek böyle bir ayırıma tepki bile gösteriyoruz. Oysa o kadar fark var ki arasında. O kadar ayrı kutuplar ki ikisi. O kadar uzak ki birbirinden…
Dindar, Hakkın rahmet sıfatının aynası olmuş bir bereket damarı iken, dinci insanlığın tüm değerlerine musallat olmuş bir şer koludur.
Dindar, dinde Allah’ı merkeze alıp aracı tanrılar edinmeksizin iman eden kişi iken, dinci; dini Allah’ın elinden alarak kişilerle bütünleştirendir.
Dindar, toplumsal değerleri bireyselliğin önüne geçirerek “sürü psikozunu” reddederken, dinci “sen kes sesini, hocalar iyisini bilir” edebiyatı eşliğinde; küfür ve riya pazarlamacılığı yapandır.
Dindar, dini uygulamalarda şekilciliği reddedip niyete önem verirken, dinci; “özü” reddederek şekillere tapınma şizofrenisini üretip bunu da din olarak dayatandır.
Dindar; dini ve evrensel kuralların mantığını kavramıştır. O, dünya nimetlerinden ve güzelliklerden huşu duymasını, haz almasını bilendir. Öncelikleri; bireysel hırs ya da maddi kazanım değil, tüm insanlığın sağlığı ve huzurudur. Bu nedenle de dindarın zengin olanına rastlanmaz. Dinci ise, şekillere bağımlıdır, mal biriktirir, servet yığar, talan eder, gösteriş (riya) hastasıdır. Yaptığı hayırları bile ‘desinler, görsünler’ diye yapar ve bundan da hem bu dünyada, hem de ahirette karşılık bekler. Yaptığını meşru kılmak için de gerekirse “Peygambere yalan söyletir/uydurma hadis ithal eder”.
Dindarın Rabbi, Âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Dincinin rabbi ise; paradır.
Dindar, emperyalizm Çanakkale’ye dayandığında, başı kınalı olarak cepheye koşan, dinci ise “İngiliz mandasında selamet arayandır.” (Oda Tv’den alıntıdır)
Liste uzayıp gidiyor ve biz Müslüman saatinin 14 asırdır niçin çalışmadığını yavaş yavaş anlar gibiyiz. Anladığımız bir başka gerçek de dincilerin, dindarlar üzerinde kurduğu egemenlik sona ermedikçe ve kene gibi yapıştıkları dindarların ensesinden sökülüp atılmadıkça bu durumun değişmeyeceğinin ayan beyan ortada olması.
Eeee, gerisi de gerçek dindarlara kalıyor artık. Söküp atsınlar keneleri ense köklerinden. Tabii Müslüman saatinin çalışmasını istiyorlarsa…
DÜŞÜNEN SÖZLER:
•Eğer gerçekten işiten kulaklara sahipsek, Tanrı bize kendi dilimizde seslenir. Gandi
•Tanrı’ya inanan adam olmak kolay; asıl zorluk Tanrı’nın inanacağı adam olmakta. Einstein
•TANRI, iradesini hâkim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hâkim kılmak için TANRI'yı kullanırlar. Giordano Bruno
•Dininizi doğru öğreniniz, yoksa yaşadığınızı din zannedersiniz. Hz. Ömer
•Bir şeyin ticaretini yapan onu satar; sattığı ise artık kendisinin değildir. Dolayısıyla din ticareti yapanın dini yoktur. El Kindi
•Bir adamın namazı, niyazı sizi aldatmasın. O adamın dirhem ve dinarla yani para ile olan ilişkisine bakın. Hadis