Osmanlı döneminde de Cumhuriyet döneminde de düzene ayak uyduramayanların ayaklarını altlarına alıp oturacakları, ellerine, dillerine sahip olacakları yerler gösterildi.

Osmanlı döneminde Namık Kemal, Magosa kalesinde aldı soluğu. Mithat Paşa, Taif zindanında.

Cumhuriyet kurulduktan sonra da bir çokları için yine devam etti gökyüzü yasağı.

Askerden kaçanlar,

Gömü arayanlar,

Kaçakçılar,

Hırsızlar,

Çocukların kavgalarına karışanlar,

Sınır kavgası yapanlar,

Bağda, bostanda su kavgalarında komşusunu su argına yatıranlar yurdun değişik yerlerinde, duvarların ötesinde, güneşli günlerin özlemi ile gün saydılar. Namus cinayeti işleyip dağa çıkanlar da eninde sonunda demir kapı, kör pencere ikilisinin insafına sığındılar. Hele bir de düzeni eleştiren, yanlışları eşeleyen, fincancı katırlarını ürküten, güneşe vurgun ateş böcekleri vardır ki onlar içerinin demirbaşları oldular.

Ötekiler hele hüle ama bu sonuncu grup hem aydınlık yüzlü insanların, hem de cezaevlerinin gururu oldu hep.

Çorum Cezaevi, Çankırı Cezaevi, Sinop Cezaevi, Bursa Cezaevi, Sultanahmet Cezaevi, Adana Cezaevi... Bu cezaevleri, buralarda görev yapan astığı astık, kestiği kestik kötücüllerin kötülükleri ile değil, konuklarının anıları, şiirleri, türküleri ile ünlendiler.

Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Yaşar Kemal, Enver Gökçe, Ruhi Su... Bunlar olmasa kim bilirdi, kim tanırdı oraları?

Binlerce yıldır Gordion'dan esen rüzgâr aynı gerçeği haykırıyor:

"Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları!"

Kendisini Kral Midas'ın yerine koyan biri geceleri rahat uyuyabilir mi?

Rüzgârın sesine eşlik edenlerin sayıları  parmak ile sayılamayınca yapılacak iş, yeni yeni cezaevleri temelleri atmak oluyor.

Cumhuriyet, 100 yaşında. İlk elli yılda, cezaevlerinde tutulan şairlerin, yazarların kitaplarına, şiirlerine yasaklar kondu, kitaplar toplatıldı. İçerisi, içeride yatanları yakarken, dışarısı halkı yaktı. Halk ozanlarının sesi sedası yankılandı durdu dağda taşta:

"Mapushanelere Güneş doğmuyor

Geçmiyor günlerim ey, günüm dolmuyor! "

Her dönemin kötülük simgeleri oldu cezaevleri, zindanlar.

12 Mart faşizminin gölgesi Mamak Cezaevi’nde, Ulucanlar Cezaevi’nde dolaşır durur hâlâ.

12 Eylül faşizminin utancı Diyarbakır Cezaevi'nin duvarlarından gitmez.

Günümüzün yönetim yapılanmasına islamo faşizm diyenler var. Yıllardır kindarlık yuvalanır Silivri Cezaevi hücrelerinde. Bu dönemin utancıdır Silivri.

İyi de, iyi şeylerle anılmak olmayacak şey mi?

Ambarı sevinmeyecek mi köylünün?

İşçi, eşini koluna takıp tiyatroya gitmeyecek mi?

Emekli, her yıl şöyle bir iki hafta yurt içinde, yurt dışında gezemeyecek mi?

Gençlerimiz üniversitelerde yurt sorunu, beslenme sorunu yaşamadan geleceğe umutla bakamayacaklar mı?

İki Denizlili konuşuyor:

-Tilkiden kümese bekçi olur mu?

-Yetti gari!

Olmasın.

Yeni cezaevleri yapılmasın. Olanlar, müze olsun.

Seçenek sunalım insanlara; dileyen yaşarken yaşasın cenneti, dileyen öldükten sonra.