Bu yakıştırma bana ait değil. Geçenlerde İbrahim Gösterir öğretmenle söyleşirken o kullandı. Sanırım o da bir yerlerde okumuş. Ama öyle anlam yüklüydü ki, yazıya başlık olarak kullanmaktan kendimi alamadım. Çünkü günümüz gençliğine cuk diye oturan bir söz. Teknolojiyle barışık olmakla her şeyi hallettiklerini, gerekli olan her türlü bilgiye de Google Baba’dan ulaşabileceklerini düşünen bir gençlik yetiştirdik; şimdi de bunları bu yanlıştan nasıl çevirebiliriz diye kara kara düşünmekteyiz.

Sadece 20’li yaşlardakiler de değil; daha daha geriye gidelim. Acaba diyorum, yaşı 40’ın altındakiler ömürleri boyunca hiç çiğdem toplamaya gitti mi? Arkadaşlarıyla sokakta çöpten tabancalarla askercilik oynayıp mermi sesleri çıkararak savaşlar yaptı mı? Ya da dalından koparıp dut, kızılcık, yabani böğürtlen hatta hatta kiraz yedi mi?

Özel bir eğitim kurumunda Sosyal Bilgiler öğretmeni olarak çalışıyordum. 7. sınıflarda “Ekmeğin Öyküsü” isimli bir ünite vardı. Tarlanın sürülmesinden başlayıp ekmeğin evimize gelmesine kadarki öyküsünü anlattım. Sonunda da “Sorusu olan var mı?” diye sordum. Arka sıralardan bir kız çocuğu parmak kaldırdı ve aynen şunları söyledi: “Teşekkür ederim öğretmenim, ben ekmeğin ağaçta yetiştiğini zannediyordum.”

Leblebi konusunda Çorumlu çocuklar diğerlerine göre daha şanslı. Hiç olmazsa dükkanların önünden geçerken nasıl yapıldığını görme şansları var. Yoksa onlar da fiyatların çok artması üzerine “Leblebi ağaçlarını bu yıl soğuk vurdu, o nedenle üretim az.” dediğimizde hemen inanıverirlerdi.

tanımayanın, onu sevmesi de düşünülemez.” diye çok doğru bir söz okumuştum. Ya da “Toprağa basarken kendi üzerime basmış gibi rahatsız oluyorum, çünkü benim canlı olmamı ve öyle kalmamı sağlayan o.” sözündeki gibi doğayla bütünleşemeyenlerin, onu korumaya yönelik gösterdikleri çabalarının da bir yerde sembolik olmaktan öteye gidemeyeceğini düşünenlerdenim. Çünkü tanımadığınız şeyi nasıl koruyacağınızı da bilemezsiniz. Doğayı sadece sevmek yetmiyor, tanıyıp bilmek de gerekiyor.

Peki ama çözüm nasıl olmalı? Öncelikle çocuklarımızın “kutu gençliği” olmalarının önüne geçmemiz gerek. Böylelikle şu andaki kayıp nesil gençliğinin daha da büyümesini engellemiş oluruz. Tornadan çıkmış gibi elma, domates, mısır gibi meyveleri tercih etmek yerine, doğal ama biçimsizlerini tüketmemiz gerekiyor. Hani “elmanın kurtlusunu yiyin” diyen uzmanların dediği gibi.

Çocuğumuzun elinden tutarak dağa, ovaya özellikle de bahçe ve tarlaya götürüp hem bilgilenmesini hem de heveslenip ilgi duymasını sağlamamız gerek. Alışveriş yaparken kola değil ayran almamız gerek. Fast food denilen ve işlenmiş gıda ürünleriyle yapılan yiyecekler yerine malzemesini kendimizin hazırladığı pideleri yememiz gerek. İkisi, üçü, ne bileyim dördü bir aradalar yerine halis Türk kahvesi içmemiz gerek. Böylece de hem çocuklarımıza doğru örnek olmamız, hem de bu tür doğal ürünlere alışmalarını sağlayıp “kutu gençliği” olmalarının önüne geçmemiz gerek.

Her şey ortada, fazla söze ne gerek…

DÜŞÜNEN SÖZLER:

•Çocuk donmamış beton gibidir. Üzerine ne düşerse izi kalır. H. JİNOTT

•Çocuğa küçük şeylerden zevk almasını öğreten, ona büyük bir servet bırakmış olur. E. GİLSON

•İnsanlar üçe ayrılır: Görenler, gösterince görenler ve asla göremeyenler. L. DA VİNCİ

•Unutmayın çocuklarınız sizin değildir. Onu Yaratıcı’dan ödünç aldınız. MOHAWK KABİLESİ

•Eskiden köleler hiç olmazsa ayaklarına geçirilen prangaların farkındalardı. Şimdikiler zincirlerini bile göremiyorlar. Z. LİVANELİ

•Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz. H. REEVES

•Birileri bu gün gölgede duruyorsa uzun zaman önce birileri ağaç diktiği içindir.

•Doğa insan olmadan da yaşar ama insan doğa olmadan yaşayamaz.