“Eline, beline, diline sahip ol” demiş Hacı Bektaşi Veli.
Elbette bu söz, yalnız sokaktaki insana söylenmiş değildi. Ve de bu söz, yalnız sıradan yaşayan insana da değildi. Özünde, bir toplumu yönetenlere ve de yönetmek isteyenlere söylenmişti bu söz.
Söylenmişti ama bizde, “eli var eline sahip olmayan, beli var beline sahip olmayan, dili ve diline sahip olmayan” bir siyasal yapı ve siyasetçi türü oluştu.
Öyle ki, günlük siyasi konuşmaların tüm içeriği yolsuzluk, hırsızlık üzerine ve sokak jargonunu da aşan hakaret dolu sözlerden oluşmakta...
-Oysaki bu ülkeyi uzun bir süre İsmet İnönü de yönetmişti; onun da çocukları vardı.
-Bu ülkeyi Adnan Menderes de yönetmişti; onun da çocukları vardı.
Bu kimliklerin siyasette hiç mi hataları olmadı? Hiç mi yanlış politikaları olmadı? Elbette oldu. Ve de geçmişte bu liderlere karşı amansız bir siyasi mücadele de verildi.
Ama bu kimliklere, ne yakın çevresi için ne eş ve çocukları için devlet olanaklarını kullanıyor denilmedi. Hırsızlık yaptı denilmedi. Rüşvet aldı denilmedi.
***
Mal varlığını araştırma komisyonu...
Geçmişte “Siyasi Liderlerin Mal Varlığını Araştırma Komisyonu” kurulmuştu.
İlk sırada Bülent Ecevit vardı. Komisyon üyelerinden biri “bu adamın şapkasından başka bir şeyi yok, boşa zaman harcamayalım” demişti.
İşte bu ülkede, böyle liderler de görüldü.
Ama bu ülkede, “devlet malı deniz, yemeyen domuz” diyen liderler de görüldü.
Ve de bu ülkede, devlet makamlarını yakın akrabalarına, devlet imkânlarım yakın çevresine peşkeş çeken siyasi kimlikler de görüldü.
Sonuçta bu ülkenin siyasetine “nepotizm” yani kayırmacılık yerleşir oldu.
***
30 Aralık 2013 günlü yazımdan bir alıntı:
“Yıl 1943; İki arkadaş liseyi bitirir, ikisi de çok başarılı öğrencidir. Yurt dışında eğitimine devam etmek isterler. Bunun için harçlıklarından birikim bile yapmışlardır.
Birlikte Milli Eğitim Bakanı’nı ziyaret ederler. Yurt dışında okumaya gönderilmelerini talep ederler.
Bakan, ikisini de dinler ve birini dışarı çıkarır.
İçeride kalana “seni gönderebilirim ama arkadaşını gönderemem” der.
İşte o Bakan, Hasan Ali Yücel’dir. Yurt dışına gönderdiği öğrenci, dünyaca ünlü beyin cerrahı olan Profesör Gazi Yaşargil’dir. Yurt dışına gönderemem dediği öğrenci ise kendi oğludur. Yani Can Yücel’dir.
Ve o gün Can Yücel, biriktirdiği tüm parasını çok sevdiği arkadaşı Gazi Yaşargil’e verir.”
İşte bu ülkede, böyle bakanlar da görüldü.
Ama bu ülkede, milyonlarca dolar rüşvet alan bakanlar da görüldü.
Ve bu ülkede, böyle Bakan çocukları da görüldü.
Ama bu ülkede genç yaşta servet sahibi olan, babasının siyasal imtiyazlarıyla servetine servet katan Bakan çocukları da görüldü.
***
Ve bugün ülkenin düşürüldüğü vahim durum:
-“Tam bağımsızlık” diyerek kurulmuştu bu ülke.
-“Ya istiklal ya ölüm” diyerek kurulmuştu bu ülke.
- Anadolu çocuklarının şehit kanlarıyla sulanarak, emperyal işgal kovularak kurulmuştu bu ülke.
Ne yazık ki bugün, emperyal gücün mahkemelerinde, ne idiğü belirsiz bir kişi üzerinden yargılanıyor bu ülke.
Ve bu yargılama üzerinden, hem bugünkü yöneticilere hem de yönetime talip olanlara gözdağı verilerek teslim alınıyor bu ülke.
Ve de içeride, saygısını yitirmiş seviyesiz sözlerle yapılan siyasal kavga, bu yargılamaya çanak tutar olmakta.
Maalesef ülkenin genel görünümü aynen böyle oldu.
Galiba bu görüntülerden kurtulmak için, kuruluş günündeki heyecanı bir kez daha yaşamak gerekli oldu.