Daha iki ay, bir ay, birkaç gün önce Erzurum dağları kardı, borandı. Göz gözü görmüyordu fırtınadan, tipiden. Azan tezen eksik olmuyordu.

Son günleriydi Mayıs'ın. Yurdumuzun başka yerlerinde olduğu gibi Erzurum halkı da televizyonlarının başındaydı. Hangi kanalı açsalar seçim haberleri.

Pencereden dışarıya, uzaklara, ala karlı dağlara baktı.

Mırıldandı:

-Dağ gibi adam!

Güldü.

Sırtını o dağa yaslamıştı.

-Ne yaptıysak onun için, dedi.

Sol elinin içine aldı sağ pazusunu.

-Onca taşı boşuna mı attık, dedi.

Haberler kızışmadan İstanbul'u aramak geçti içinden.

Aradı.

-Oğlum! Nasılsın oğlum? Güzel gelinim nasıl? Gül yüzlü torunlarım nasıl?

-Hepimiz iyiyiz baba. Sen nasılsın, anacığım nasıl, ellerinizden öperim.

-İyiyiz oğlum. Kazandık! Kazanan insan nasıl olur? Sevinçliyiz şükür.

-İstanbul başımızı öne eğdirdi baba. Olsun. Sayenizde kazandık yine de.

-Allah'a emanet olun oğlum.

Telefon kapandı.

On yıldır İstanbul'daydı. Partiye kaydolduktan sonra yüzleri gülmüştü. Eşi de kendisi de her ay, gününde almışlardı aylıklarını.  Güle oynaya açmışlardı evlerinin kapısını. Kiracı idiler oturdukları evde. Ev sahibi olmak için sıraya girdiler. Sıra numarası bile aldılar.

Kaç zamandır bir düşlemin peşindeydi.

Kanal İstanbul bir yapılsın. Anasını, babasını Erzurum'dan alıp getirecek; tekne turuna çıkartacaktı. Evlerinin anahtarı verildiğinde de getirecekti anasını, babasını. Kurban kesecekti.

Aradan bir kaç gün, birkaç hafta, birkaç ay geçti. Seçim fırtınası da dindi. Yurttaşın gözü Ankara'da.

Ankara'da işler yolunda gitmiyor galiba.

Sol el, sağ elin yaptığını beğenmiyor. Sağ göz, sol gözü suçluyor.

Eller aynı gövdenin elleri. Gözler aynı kafanın gözleri. Gözler şaşı. Biri Halep'e bakıyor, biri Şam'a.

Yorumcular:

"Bu daha iyi günlerimiz," diyor.

ABD Doları kanatlı at, tutulmuyor. Bir iki yıl önce satın alınan canlı kuzu parasına bir kilo kıyma alınamıyor. Araç sahipleri girdikleri benzin istasyonundan vurgun yemiş gibi çıkıyor. İstanbul-Erzurum arası otobüs biletleri uçmuş!

Kurban Bayramı yaklaşıyor.

Baştakinin verdiği müjdeyi, sıradan bir haber gibi dinliyor halk.

-Kurban Bayramında tatil dokuz gün!

Halk, yerinden kıpırdamıyor.

Telefonuna sarılmıyor.

Sahilerdeki otelleri aramıyor. Otobüslerden yer ayırtmıyor.

O da düşünceli.

Karı koca işe başladıklarında bir araba alabilecek durumdaydılar.

Ya şimdi?

"Araba tavşan, ben tazı." diyor içinden.

Gülüyor.

İstemeye istemeye eli telefona uzanıyor:

- Alo! Otobüs firması mı?

-(...)

-Erzurum'a bilet fiyatını soracaktım.

-(...)

-Ha, öyle mi? Sağ olun.

Telefonu kapatıyor.

O nasıl, herkes öyle.

Arkadaşını arıyor biri:

-Nasılsın kurban?

-İyiyim kurban! Sen nasılsın?

-Ben de iyiyim kurban!

Daha Kurban Bayramı gelmeden ortalığa saçılıyor kurbanlıklar.