“Ben de teşekkür ettim kendisine. Allah selamet versin; Bahri Bey de, oğlu Bilal Bey de çok iyi, dürüst insanlardı. Çalıştırdığı işçilerin parasını geciktirmeden verdiği gibi, ben de dahil hepsini sigortalı yapmıştır.
Akşam Karaoğlan’ın Mehmet’i de alarak Karşıyaka’da Madam’ın Han’a vardık. Bizimle birlikte kum işinde çalışan arkadaşların hepsini bir araya getirdim. Bir çayevine oturduk. Hepsine birden:
“Bana hiç soru sormadan önce, verdiğim paraları alın,” dedim:
Sırayla her birine bir buçuk günlük tutarındaki paralarını dağıttım.
Hepsi de şaşkın; “bu ne parası?” dercesine birbirinin gözlerine bakıyorlardı.
İlk soruyu köylüm Karaoğlan’ın Mehmet sordu:
“Bu ne parası Allah aşkına Şakir kardeş?” dedi.
“Bu para, dünkü kum işinde çalışmanızın karşılığıdır,” dedim.
Ardından sorular birbirini izledi:
“Adamı buldun mu?”
“Parayı ondan mı aldın?”
“Ondan aldıysan, nasıl aldın?”
“Bu para anlaştığımızdan da fazla Şakir Ağabey.”
Onları daha fazla meraklandırmadan olayı kısaca özetledim. Hepsi de hayranlık ve şaşkınlık içinde beni dinlediler. Sonra:
“Helal olsun sana…” diye kutladılar beni.
“Ben külyutmam arkadaş” dedim. “Şimdi o düşünsün zararını.”
Karaoğlan’ın Mehmet:
“Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” diye ben buna derim işte,” dedi.
Bir başkası:
“Garip gurebayı çalıştıracak, emeğinin karşılığını vermeyeceksin ha? ”
Bir diğeri:
“Onların sırtından geçinmeye çalışacaksın öyle mi?”
“El mi yaman, bey mi yaman denilmiş,” Adama işte böyle şey ederler!” dedi birisi
Bir başkası gülerek:
“Ne ederler?” diye sordu.
“Arif olan anlar,” dedi.
Yine bir başkası:
“El yumruğunu yemeyen, kendi yumruğunu balyoz sanırmış.” dedi.
Orada çaylarımızı yudumlarken söyleşi de şimdiki gibi uzadı gitti. O günden sonra da o gençlerden hiçbirisi uğurumu kesmedi. Hep saydılar, sevdiler beni. “Külyutmaz” lakabını da onlar yakıştırdılar bana.
“Helal olsun sana Şakir kardeş,” dedi Karaoğlan’ın Mehmet. Sen, biz işçilerin saf, kolayca aldatılıp, emeği sömürülen, oyuna getirilip, tuzağa düşürülen kişiler olmadığını kanıtlarken; onların onurunu da korumuşsun böylece.”
“Sağ olun arkadaşlar. Ben, olması gerekeni yaptım. Benim yerimde hanginiz olsanız böyle davranırdınız,” dedim. “Alçakgönüllülük göstermişsin Şakir Ağabey,” dedi Sadık.
Ardından saatine bakan Külyutmaz Şakir:
“Ooo!.. Bayağı zaman geçmiş arkadaşlar. Bu kadar söyleşi yeter. Yarın sabah görüşmek üzere, hepinize iyi akşamlar diliyorum,” diyerek kalktı.
Hep birlikte çayevinden çıkarak “Güle güle,” diye uğurladılar onu. Kendileri de kaldıkları yere yollandılar.
gün sabahleyin sekiz on kişilik Çıkrıklı bir grup işçi Külyutmaz Şakir’in inşaat alanındaydılar. Akşama kadar yoğun bir tempoyla çalışarak, içlerinden birinin daha İzmir’de ev sahibi olmasını sağlamışlardı. Bir süre sonra “Sarayım” dediği, “Gecekondu” adı verilen “Gündüzkondu”ya çoluk çocuğuyla yerleşen Külyutmaz Şakir, Çıkrık köyünden gelip İzmir’e yerleşen kim bilir kaçıncı gecekonduluydu?
Zaman içinde daha nicesi kırsal kesimden kentlere akıp; oralarda tutunmaya, kök salmaya çalışacaklardı. Bunun için de ister hazine arazilerinden; ister sahiplerinden belli bir parayla sahiplendikleri arsalara, belediye zabıtalarıyla cebelleşerek, yardımlaşmanın, dayanışmanın ve birbirlerine destek olmanın en güzel örneğini vererek kondu yapacaklar ve bu biçimde kırsal kesimi yavaş yavaş boşaltıp kentlerin varoşlarına yerleşmeyi sürdüreceklerdi
Ay Bulutta Gizliyken adlı romanımdan alınmıştır.