Eğitim dünyasında bir efsane…
Yaparak, yaşayarak, üreterek bir eğitim ortamı…
Hedefinde:
-600 yıllık ümmet kültürünü yıkmak vardı.
-Cumhuriyeti kırlara taşımak vardı.
-Aydınlanmanın kıvılcımı olmak vardı.
Ve de onlar; ömrü kısa ama etkisi büyük olan, milletin sinesinde can bulan, Anadolu’nun gönlünde yer alan, bozkırda yakılan bir ateş idi.
17 Nisan 1940’da 3803 sayılı yasayla kurulmaya başlanmış, Anadolu bozkırına özenle serpiştirilmişti.
Ve Anadolu 21 bölgeye ayrılmış, 21 Köy Enstitüsü kurulmuştu.
O gün Türkiye nüfusu 17 milyondu. Bunun % 82’si yani 14 milyonu köylerde, diğer bir ifadeyle kırlarda yaşıyordu.
Okuryazarlık oranı kentte % 20’ye çıkmıştı ama kırda % 10 bile değildi. Kadınlarda ise daha da düşüktü.
Yani Anadolu’nun kırları okumak istiyordu. Anadolu kırları okutulmak isteniyordu.
Ama bu kurumlar korunmadı, korunamadı. Çünkü soğuk savaş döneminin siyasal konjonktürüne uygun görülmemişti.
* * *
Türkiye, 1939’da ABD ile ekonomik imtiyaz anlaşması yapmış, Atlantik ötesine yakınlaşma sürecine girmişti.
Ve 1945’ten sonra da Batı Bloku içinde görünmüş, ABD’nin, “yeşil kuşak” projesine teslim olunmuştu.
Truman Doktrini ve Marshall yardımları ile Türkiye siyaseti teslim alınmaya, ikili anlaşmalar yapılmaya, Anadolu toprakları ABD üsleriyle doldurulmaya başlanmıştı.
Ve onlara göre:
Anadolu’da kurucu değerlerle donatılmış bir uyanışın önü kesilmeliydi.
Toplumsal bir uyanışı tetikler görülen Köy Enstitüleri kapatılmalıydı.
Nitekim 1946’da düğmeye basıldı.
Öncelikle, kurumun mimarları olan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevden alındı.
Ardından enstitü müdürleri değiştirildi. Büyük ölçüde öğretmenler değiştirildi.
***
Özellikle de toprak ağaları ileri sürüldü.
Toprak ağalarıyla birlikte, meclis içinde ve dışında Köy Enstitüsü karşıtı bir kampanya başlatıldı. Ağır suçlamalar yapıldı.
“Komünist yetiştiriliyor” denildi.
“Dinsizlik öğretiliyor” denildi.
“Ahlaksızlık yuvası” denildi.
Ve de “Köylüyü ağalara kışkırtacaklar, devlete başkaldıracaklar” denildi.
Sonuçta 17 Nisan 1940'ta başlayan bu kuruluşların, 1946'dan itibaren içi boşaltıldı, heyecanı söndürüldü ve de 1954'te tabelası indirildi.
Çünkü:
Bu ülkenin kurucuları ve o günün yöneticileri, koruyamadılar bu kurumları.
Toprak ağalarına direnemediler.
Batılı küresel güçlerin dayatmalarına “hayır” diyemediler.
Ve soğuk savaşın söylemleriyle o kurumların tahrip edilmesine sesini çıkarmadılar ya da çıkaramadılar.
Ve de sonuçta aydınlanmanın ve sosyal uyanışın karşısındaki irade, Köy Enstitüleri'nin arkasındaki iradeye galip geldi ve Köy Enstitüleri kapatıldı.
* * *
Köy Enstitülerinin kapatılması, cumhuriyet tarihinde bir kırılma noktası oldu.
1947’den itibaren yerini İmam-Hatipler almaya başladı.
Köy Enstitüleri ile İmam-Hatipler karşı karşıya getirildi.
Ve de bu okullar, bir okul olmanın ötesinde farklı misyon yüklenir, farklı kimlikleri temsil eder oldu.
Öyle ki, Köy Enstitüleri Cumhuriyet’i, İmam-Hatipler Siyasal İslam’ı temsil eder olmuştu.
İşte o günden başlayarak toplum, cumhuriyetçi ve muhafazakâr olarak ikiye bölündü.
Ve o günden başlayarak siyasal ve toplumsal kavga, bu eksen üzerinde inşa edildi.
Ve bu kavga; inişli-çıkışlı olarak, zamana göre değişen siyasi kimliklerle, günümüze kadar devam etti ve de etmekte.
Ama Köy Enstitüleri, kuruluşundan 81 yıl, kapatılışından 67 yıl geçmesine rağmen unutulmadı. UNESCO tarafından örnek bir eğitim kurumu olarak önerilen bu kurum, Türkiye’nin eğitim tarihinde bir efsane olarak kaldı.
Peki, Köy Enstitüleri’nin mimarları Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç nasıl bir kimlikti?