“Körün fil tarifi” ifadesini pek severim, yaşanan durum hiç de hoşuma gitmese de. Başka ülkeleri ve kültürleri bilmem ama sanattan siyasete bu bakış tarzı ayrıkotu gibi kuşatmış algılarımızı. Kimi kulağını tutar filin, kimi hortumunu, kimi gövdesini ya da kuyruğunu. Bakar körlerin dayanılmaz sefaleti. Ucu açık tartışmalar, atışmalar sarhoş yemeği gibi ısıtılıp-ısıtılıp konur önümüze. Sebep-sonuç ilişkisi bağlamında büyük fotoğrafı görememek müzmin bir zaaf…
Gelelim sanata ve şiire…
Şiir emek isteyen bir işçilik midir, yoksa yetenekle mi yazılır? Buyurun körlerin fil tarifine…
Ne işi yaparsak yapalım üretimin temel taşı yetenektir, bilgidir. Sanat söz konusu olduğunda yeteneğin önem ve değeri daha bir öne çıkar.
Sanat üretiminde görgü ve gözlem, yeteneğin üzerine çıkarak bakış açısını ve algı boyutunu genişletir.
Tiyatroda oyuncunun iyi bir gözlemci olması üstlendiği rol için kendi sentezini yapmayı kolaylaştırır. Sadece tiyatro mu? Öykü veya şiir de yazsanız gözlem ve görgü üretimin oluşumunda değişende değişmeyen katmanıdır.
Görgü ve gözlem plastik sanatların da olmazsa olmazıdır. Bellekte biriken görüntüler düş-düşün kanatları olarak ışık, renk, leke, desen kurgusunu kuş misali uçurup tuale indirirler.
Müzikte görgü ve gözlemin karşılığı ise işitmedir. Müzikte yeteneğin olmazsa olmaz iki ayağı vardır. Müzik kulağı ve ritim duygusu. Bu iki ayak yoksa istediğiniz kadar çalışın müzik sizi içine almaz ya da siz onun içine giremezsiniz.
Özetlersek yeteneğin temel taşı üzerinde yükselen yapı görgü ve gözlem ile sanatçının çalışmasıdır. Emeksiz bir şey olmaz, sanat hiç olmaz.
Müzikte işitmenin ne denli önemli ve değerli olduğunu söylemiştik.
Gürer Aykal bir söyleşisinde “Duyduğu bütün seslerin beyninden nota olarak geçtiğini” söyler.
Picasso’nun at desenleri albümünü bir akşamüstü kaldırımlarda satılırken gördüğümde içim ışımıştı. Evde o güzelim at desenlerine baktıktan sonra girişte Picasso’nun önsözdeki şu ifadesi belleğime kayıt düşüldü ve kaldı. “Bu desenleri çizmek için binlerce at çizdim.”
Picasso’nun yeteneğini tartışmak abesle iştigaldir. Ama büyük usta bir kalem darbesiyle atlardaki hareketi vermek için binlerce at çizmiştir.
2006’da Düş Bahçesi Sanat Merkezi’nde görev yaparken bazı çalışmaları İstanbul’dan gelen kanun üstadı Göksel Baktagir yönetirdi. Bir çalışmanın bitiminde arkadaşlar kendi saz eserlerinden birini çalmasını istediler. Geçmiş zaman ve kör bellek eserin adını şimdi hatırlamıyorum.
Göksel Baktagir, ellerini birleştirip, yakaran bir ifadeyle, “Bu eserimi epeydir çalmadım, izin verirseniz bir başka saz eserimi çalayım” dedi.
Altını çizmeliyim ki İstenen eser kendi bestesiydi. Buna rağmen affını istedi. Göksel Baktagir dünya çapında bir kanun üstadımızdır. Evet ama her gün en az altı saat kanun çaldığını söylediğini hatırlıyorum bir sohbetimizde.
Yazı yolculuğunun çilekeşi şairler ise şeylere baktıkça şiiri görürler. Acı ve açının örtüşen titreşimleri… Aynı anda birkaç kişi olabilmek ve birkaç mekânda harf yürümek.
Evet, şiir sözcüklerle yazılır ama bir de ruhu vardır. O ruh olmadığı sürece maskeli balodur her şey. Şiir için söylediklerimi müzik için de kullanabilirsiniz. Son dönemde yazılan müzikleri dinlerken o bestelerin size ne söylediklerine bakınız lütfen. Gönül telinizi titreten kaç beste var?
Yetenek temelinde çalışma, görgü, gözlem sanat üretiminde değişende değişmeyeni yakalama umudunun eşiği değilse nedir?