Platon’un “Devlet” adlı eserinin yedincisinde, doğdukları günden beri bir mağaraya zincirlenmiş üç insandan bahsedilir. Bu insanlar loş ışık altında yalnızca birbirlerini, mağara duvarını ve mağara girişinden yansıyan gölgeleri görebilirken; ses olarak da duvarda yankı yapanları duyabilirler. Yani onlar için gerçeklik, yalnızca yansıyan gölgeler ve seslerdir.

Derken, içlerinden biri zincirini çözer ve mağaranın dışına çıkar. Yoğun ışık nedeniyle geçici körlük yaşayıp da gözü alışınca,  aslında o ana kadar gördükleri ve duydukları şeylerin yalnızca gölge ve yankı olduğunu anlar. Sudaki yansımasını ve gölgesini görmesi ise her şeyi anlamasını sağlar.

Büyük bir hevesle mağaraya dönüp durumu arkadaşlarına anlattığı zaman beklemediği bir tepki ve direnişle karşılanır; hatta deli olmakla suçlanır. Diğerlerini zincirlerinden kurtarmak istediğinde ise karşı çıkarlar ve onun gibi delirmek istemediklerini söyleyerek mağarada kalmayı sürdürürler. Hatta zincirlerinden kurtulmuş olana saldırmayı bile denerler. Ne kadar anlatırsa anlatsın zincire vurulmuş iki insan bu durumu anlayamaz ve hayatlarını orada sürdürmeye devam ederler.

Platon’un Mağara Alegorisi’ndeki benzetmeler:

Mağara: Toplum.

Zincirlenmiş insanlar: Toplumun parçası olan bireyler.

Zincir: Toplum içinde yaşayan insanları sınırlayan kurallar.

Geçici körlük: Yolunu kaybetme, şaşkınlık hissi.

Yansıyan gölgeler: Toplum tarafından gerçek kabul edilenler.

Zinciri kıran insan: Filozof ya da sorgulayıp aklını kullanan insan.

Bunların dışında, örneğin zincir için ateistler “din”, anarşistler “devlet”, sosyalistler “kapitalizm”, dindarlar “şeytan”, milliyetçiler “dış güçler” diyebilir. Mağarayı evi olarak düşünenler olduğu gibi hapishane diyenler de olabilir. Ayrıca da “cahillik mutluluktur” diyorsanız, mağaranın dışı gerçekten sizi delirtebilir. Bazıları gölgelerle yetinirken, bir kısmı da gölgeyi yaratanın peşine düşebilir. Tam bir felsefelik durum yani.

Toplum içinde diğerlerine göre daha meraklı olan bireyler, toplumun o anda yaşamakta olduğu kuralların dışındaki hayatı da öğrenmek isterler. Ancak hiç bilmediği bir yolda tek başına olduğu için, yaşadığı ortamın dışına çıktığında bir anda bocalar. Eğer, çabucak pes etmeyip de sabırla yoluna devam etmeyi becerebilirse, aslında yaşadığı toplumun ve kurallarının yalnızca onları bağlayan kendi gerçeklikleri olduğunu fark eder. Oysa asıl gerçeklik, onların bildiklerinden çok daha farklıdır.

Gerçeğe ulaşmış birey, toplumuna geri dönüp bunu açıklar ve onlara yaşadıklarının gerçek olmadığını söyler. Kurallarına katı bir şekilde bağlı olan toplumlar ise bunları reddeder. Ayrıca da gerçeği söyleyenin başına olmadık şeyler getirir. “Gerçek İslâm bu değil” diyen İmam-ı Azam’ın ya da “Dünya dönüyor” diyen Galileo’nin başına gelenler gibi.

Platon’un Mağara Alegorisi, aslında bize “Siz neden kendi yazdığınız senaryoda oynamıyorsunuz da, başkaları tarafından yazılmış bir senaryoda rol almaya devam ediyorsunuz?’ diye soruyor. Belki de kendi kafamıza yani bakış açımıza göre yarattığımız mağarada kendimizi zincirledik. Ayrıca da o kadar muyluyuz ki, ne gölgeleri yaratan ışığın peşine düşmek istiyoruz, ne de gerçekten bir ışık olup olmadığını merak ediyoruz.

Kısacası, herkes durumundan memnun. Peki ama bize ne oluyor?

DÜŞÜNEN SÖZLER;

·      Hayallerinizin peşinde gitmiyorsanız, sınırlarınızı besliyorsunuz demektir. ROBİN SHARMA

·      Bazı insanlar yağmuru hisseder, diğerleri ise sadece ıslanır. Bob Dylan

·      Bir hayaleti öldürmek, bir gerçeği öldürmekten çok daha zordur. V. Woolf

·      Boş çuvalın dik durması zordur. B. FRANKLİN

·      Doğru kulağa hoş gelmez; kulağa hoş gelen doğru değildir. İyi insanlar tartışmaz; tartışan insanlar iyi değildir. Bilen kişi öğrenmemiştir; öğrenmiş kişi bilmez. Laozi

·      Eskiden köleler hiç olmazsa ayaklarına geçirilen prangaların farkındalardı. Şimdikiler zincirlerini bile göremiyorlar. Z. LİVANELİ

·      Halkı koyun olan bir ülkenin en yakın komşuları kasaplardır. LA EDRİ