Çorumlu, İstanbul'a gitmiş. Giderken Çorum'un soğuğu, ayazı da arkasından gitmiş. Beyoğlu'nda geziyor.

Elini ceketinin sol iç cebine götürmüş.

Hemen göz altına almışlar.

Karakolda ifadesi alınıyor:

-Sağ elini ceketinin sol iç cebine götürmüşsün, doğru mu?

-Doğru.

-Kartı nereye sakladın?

-Cüzdanımın içine.

-Çıkar bakalım.

-Emekli kartını mı, otobüs kartını mı?

-Kırmızı kartı ulan!

-Estağfurullah, burası karakol, milletin güvenlik içinde yaşaması için var olan bir yapı. Gösteremem.

- Yani cebinde kırmızı kart var, öyle mi?

-Evet var.

-Bize göstermeyeceksin de kime göstereceksin o kırmızı kartı öyleyse?

-Dışarının soğuğunu içeride yaşatanlara, memleketi yağmalayanlara, halkı alacakaranlıkta semt pazarlarına gönderenlere, hırsızlara...

-Tanıyor musun onları?

-Tanıyorum. 

-Nasıl tanıyorsun?

-Arabalarından. Kırmızı ışıkta bile geçiyorlar. Işık mışık vız geliyor onlara. Kırmızı ışık, demokrasinin mihenk taşıdır. Demokrasiye sahip çıkacağız. O ışık ben olacağım, halk olacak.

Konuşulanları uzaktan dinleyen amir, polis memuruna sesleniyor:

-Bırak gitsin. Duymuyor musun, ben halkım, diyor. Halk buralara sığar mı? Gideceksek biz gidelim başka karakollara.

Çorumlu, Çorum'a gelmiş, İstanbul'da yaşadıklarını arkadaşlarına anlatıyor. Ne Boğaz'da yediği balığın damağında kalan tadını, ne de Beyoğlu'nda yürek hoplatan güzelliklerin gözünde kalan suretlerini...

Karakol'u anlatıyor:

-Almanlar hak, hukuk, adalet dendi mi övünür dururlarmış; "Berlin'de hakimler var." derlermiş. Bizim de, karakollarımız var, karakollarımızda amirlerimiz var, duydunuz mu göbeller? *

------------------------

*göbel: erkek çocuk.

K A R T-1