5 Aralık 1934…
Türk kadınının seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu bu tarih, Cumhuriyet Devrimi’nin en parlak sayfalarından biridir. Bu kazanım yalnızca hukuksal bir düzenleme değil, aynı zamanda yüzlerce yıllık bir zincirin kırılmasıdır. Zira kadın esirse toplum özgür olamaz; kadın yurttaş değilse demokrasinin nefes alma olasılığı yoktur.
Cumhuriyet’in temel ereklerinden biri, savaşlarla yorgun düşmüş, yoksullaştırılmış, eğitimsiz bırakılmış bir toplumu yeniden ayağa kaldırmaktı. Bunun yolu da toplumun yarısını oluşturan kadının ikinci sınıf konumdan çıkarılmasından geçiyordu. Osmanlı’nın son döneminde bile kadın, toplu taşımada erkeğin arkasında yürüyen, eşi izin vermezse çalışamayan, mirastan eşit pay alamayan, kendi hayatı üzerinde söz hakkı bulunmayan bir konumdaydı. Bu düzen insan onuruyla bağdaşmadığı gibi, Cumhuriyet’in hedeflediği çağdaş toplum yapısına da uymuyordu.
Atatürk devrimleri tam da bu noktada tarihin akışını değiştirdi.
Türk kadını 1934’te, daha Fransız kadını sandığı tanımadan çok önce siyasi haklarına kavuştu. Bu reform, yalnızca bir hakkın verilmesi değil, kadının birey olduğu, aklıyla ve emeğiyle toplumun tam parçası sayıldığı bir düzenin ilanıydı. Kadın;
- Eşini seçme özgürlüğüne,
- Tek eşlilik esasına,
- Mahkeme kararıyla boşanma hakkına,
- Miras konusunda erkekle eşitliğe,
- Meslek edinme ve çalışma hakkına,
- Medeni nikâhla güvence altına alınmış bir aile düzenine kavuştu.
Kısacası Cumhuriyet, kadını kul olmaktan çıkarıp yurttaş yaptı.
Ancak bu kazanımların temeli yalnızca hukuk değildir; temel laikliktir. Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması olduğu kadar, kadının bedeninin, aklının ve yaşamının kutsal metinlerle değil, hukukla korunmasıdır. Bugün bazı çevrelerin mirasta kadın-erkek eşitliğini tartışmaya açması, şahitliği yarım sayması, kadına yönelik şiddeti dini gerekçelerle meşrulaştırma çabaları; Cumhuriyet’in devrimlerine yöneltilen açık bir tehdittir. Türkiye Cumhuriyeti, bir şeriat devleti değildir ve olamaz. Anayasa’nın 2. ve 24. maddeleri bu konuda kesinlikle tartışmasızdır.
7. yüzyıl Arap toplumunun kurallarını 21. yüzyıl Türkiye’sine dayatmak, kadın haklarına saldırmanın kılıfıdır. Oysa kadın haklarının tamamı laik hukuk düzeni sayesinde kazanılmış, yine laiklik sayesinde korunmaktadır. Laiklik yoksa kadın hakları da yoktur; eşitlik ancak kâğıt üzerinde bir masaldan ibaret kalır.
Bu tarihsel gerçek bir yana, konunun insani yönü de apaçıktır. Hepimizi bir kadın dünyaya getirdi; onun emeği, sıcaklığı ve diliyle büyüdük. Hayatımızın her aşamasında annemizin, kız kardeşimizin, eşimizin, kız çocuğumuzun izi vardır. Kadın yalnızca aileyi değil, toplumu yoğuran, geleceği biçimlendiren güçtür. Bu nedenle kadın özgürse toplum güçlüdür; kadın güvencesizse toplum da savunmasızdır.
Bize düşen görev: 5 Aralık 1934’te kazanılan hakları korumak, geliştirmek ve yeni kuşaklara daha eşitlikçi bir Cumhuriyet bırakmak. Kadınını geriye iten bir toplum ilerleyemez; kadınını özgürleştiren bir toplumun ise önünde hiçbir engel duramaz.
Bugün, Türk kadınının siyasi haklarını kazandığı bu anlamlı günde bir kez daha yineliyorum: Kadın haklarının temeli Cumhuriyet, güvencesi laikliktir.
Kadınlarımızın 5 Aralık günü kutlu olsun.