İbn-i Haldun (1332-1406);

Devletlerin kuruluşunda vergiler düşük, gelirler yüksek olur.

Yıkılışlarında ise, vergiler fazla gelirler az olur. demiştir.

Bu ifadenin sahibi tarihçi, sosyolog, siyasetçi ve devlet adamı İbn-i Haldun’u, ABD ekonomi politikalarının ilham kaynağı olarak gören Ronald Reagan, 1981’de yaptığı bir konuşmada dile getirmiştir.

İbn-i Haldun; sosyolojinin ve modern tarihçiliğin kurucusu olarak kabul edilir.

Tarih felsefesi itibari ile Alman Filozof Hegel ve bir ölçüde Karl Marx olmak üzere birçok düşünürü etkileyen İbn-i Haldun’un en önemli eserlerinden biri de Mukaddime’dir.

… …

İbn-i Haldun’a göre devletlerin hayatlarında beş dönem vardır.

* Birinci dönem, zafer ve kuruluş…

* İkinci dönem, otorite ve yükseliş…

* Üçüncü dönem, refah ve ümran…

* Dördüncü dönem, kanaat ve duraklama…

* Beşinci dönem, israf, bozulma ve yıkılma dönemidir. (Bu beşinci dönem sefahat, şehvet ve hırsların egemen olduğu ve devletlerin yıkılmaya ve çökmeye başladığı zaman dilimidir.)

İbn-i Haldun; “…Debdebeli törenlerin (günümüzdeki ifadesiyle itibardan tasarruf olmaz mantığının) üniforma, nişan ve diğer protokollerin artmasının bu kopuşu derinleştirdiğini ifade eder.

Devlet idarecileri protokoller vasıtası ile halktan farklı olduklarını göstermeye başlarlar.

Zulüm, angarya, israf, lüksün yaygınlaşması uygarlıkların çöküşüne sebep olur.

İbn-i Haldun, “…Bir devlette tek adam iktidarının nimet ve refah araçlarını tükettiğini, bunun ihtiyarlık çağının alameti olduğunu” ifade eder.

Böyle zamanlarda israf artar, maaşlar yetmez, devlet hazinesi giderleri karşılamaz duruma gelir ve açık verir.

Bir devletin yıkılmaya başladığının en önemli alameti ise vergilerin, devlet harcamalarını karşılayamamasıdır.

Devlet, açığı kapamak için çeşitli isimlerde yeni vergiler koyar veya vergi oranlarını artırır.

Fakat ne yapılırsa yapılsın lüks ve israf azaltılamaz ve masraflar artmaya devam eder.

*    *    *

Güncel ve aşina gibi duran yukarıdaki saptanımların hepsi İbn-i Haldun’dan alınmıştır.

Yani?

Yani, bugüne bakılarak kaleme alınan kriterler değildir.

Bundan dolayıdır ki; İbn-i Haldun’un ortaya koyduğu esaslar birçok devlet adamının referans kaynağı olmuştur.

Nitekim devletin duraklaması ile beraber Osmanlı aydınları 17. Yüzyıldan itibaren İbn-i Haldun’a müracaat etmeye başlamışlardır.

Kâtip Çelebi ve tarihçi Naima, İbn-i Haldun’la ilişki kuran bilim insanlarından(!) bazılarıdır.

Ama ilginçtir, (başka ülkelere referans olan İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eseri) ölecek bir hastanın ilaç tedavisini reddetmesi gibi II.Abdülhamit tarafından yasaklanmıştır.

Demek ki 500 yıl evvelden her kelimesi ile II. Abdülhamit’in icraatlarını eleştirdiği ve onu huzursuz ettiği için 11. Abdülhamit Beyefendinin(!) tepkisini çekmiş.

Klasik bildiğini okuyan Türk Yöneticisi(!) mantığı.

Yasakla, bildiğini oku.

Nitekim de Bay(!) Abdulhamit de lüks ve israf içinde bildiğini okuyor, yolsuzluklar içinde yüzüyordu.

Padişah ve devlet adamları; halkın fakirlik ve sefalet içinde yaşadığı, her gün bir toprak parçasının devletten koptuğu bir dönemde, şatafat ve debdebeden tasarruf etmiyorlardı.

Padişah mevcut sarayları yeterli görmeyip, dışarıdan borç para alarak, Yıldız Sarayı’na yalılar ve köşkler yapmıştır. (Bugün olduğu gibi)

Sadece saray değildi yapılan, bir de bu saraylardaki lüks ve israflar dillerden düşmüyordu. (Bugün olduğu gibi)

Tarih şark toplumlarında dairesel akar.

Bundan dolayı da sık sık tekerrür eder.

İbn-i Haldun’un bu kadar isabet etmesinin sebebi sanırım, bu dairesel akan tarihtir.

“Tarih Tekerrürden İbarettir” deseler de; bu gün tarihten ders almayanlar; Osmanlıyı saltanatları uğruna zayıflatıp yıkan ve İstanbul’un anahtarını 1918 yılında İngilizlere teslim ederek limanlarımızı İngiliz savaş gemilerine açanların torunlarıdır.!!