AKP’nin en küçük ortağı Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici,  hükümetin kredi kartlarından almayı hedeflediği 750 liralık “haraç” mahiyetindeki paraya destek verdi.

İktidarın TBMM’ye sunduğu,  Savunma Sanayiine aktarılması düşünülen ve kredi kartı limiti 100 bin liranın üstünde olanların her yıl 750 lira vermesini öngören yasaya destek veren Destici, “Bu paranın ödenmemesi halinde Türkiye’nin sonunun Suriye, Irak, Filistin gibi olacağını “ öne sürdü.

Destici, yasa teklifine karşı çıkanlara son derece ağır suçlamalarda bulundu ve dedi ki;

Onların derdini biliyorsunuz, bunlar milliyetçileri değil, DEM’i savunuyorlar. Bunlar Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geldiğinde, Yunanistan’ı , Ermenistan’ı savunurlar, Batı’yı savunurlar. Bunlar o 750 liraya bir büyük rakı alsın, demlenmeye devam etsin”

Gelin de bu görüşü eleştirin.

Neresini eleştirebiliriz ki…

Her yönü ile “tel tel dökülüyor” sözleri…

Sınırsız, şartsız ve kayıtsız desteklediği  Sayın Erdoğan’ın ayak izlerini takip eden, TBMM’de grubu bile bulunmayan bir partinin lideri tutup hayat pahalılığından bahsetse anlarım…

Geçen yıl bir ara kısa bir görüşü yansımıştı malum basına.

Hafızamızı yoklayalım…

Destici- geçen yıl artan et fiyatlarından yakınan fakir- fukara halkın, yarım kilo kıyma alamadığından habersiz, bir siyasi parti lideri olarak ne dediğini hatırlayanlar azdır.

Hadi biz hatırlatalım.

Ben et almanın ekonomik yönünü buldum. Öyle yarım kilo, bir kilo değil, koyun kestiriyorum. Her kısmından yararlanıyorum. Bu alış veriş bize daha ekonomik  geliyor.”

Yukardaki görüş notonom değil ama mealen aynı mahiyette.

Böyle bir mantığa sahip olan siyasetçiden ne beklenebilir?

Son görüşlerinde ise “hadsizlik” var…

“Münasebetsizlik” mebzul…                                                        

“Terbiyesizlik” hukukçuların yorumuna bağlı…

Ama açıkça (hatta doğrudan) “Kışkırtıcılık” kokuyor sözleri…

Tabii peşi sıra herhalde bilmeden “ ırkçılık”  yapmaya çalıştığı ima değil, net gibi…

Bütün bu görüşleri en iyisi hukukçular incelesin.

Bizim işimiz değil…

Derdimiz insanın haddini bilmesi, nerde durduğunu fark etmesi..

Yani  “hadsiz”liğin de bir sınırı olmalı…

Hem de çok…