Doğa ve doğallık aşığı birisi olarak böyle bir yazıyı yazmak zorunda kalmak gerçekten bana çok zor geldi ama çuvaldızı bir elime alıp da birilerine batırma sevdasına kapılmışken, diğer elime de iğneyi alıp kendi münasip yerlerimize değdireyim dedim.

günlerde GDO yani GENETİĞİ DEĞİŞTİRİLMİŞ ORGANİZMA ürünleriyle ilgili çokça haber çıkıyor. Herkes panik halinde ve “bu tür ürünleri nasıl anlarım da çoluk çocuğuma da yedirmem”i çözmenin peşinde. İsterseniz olaya biraz farklı bir açıdan bakalım da, bizlerin neye layık olduğunu daha iyi anlamaya çalışalım.

İlk sözümüz hanımlara:

Annannelerimiz, o öpülesi ellerini parçalarcasına ovalaya ovalaya tarhana yaparken; biz komşuyla çenelenip akşamki dizinin kritiğini yapıyorduk. Elin fabrikasyon makarnasına aldanıp o güzelim erişte, mantı ve kuskustan vazgeçtik ya… İşte o nedenle GDO’lu ürün yemekten kurtulamayız. Çaresi yok, ne satarlarsa onu yiyeceğiz.

Kız evlat yetiştiriyoruz. Bilgisayar kullanıyor, İngilizce konuşuyor, bilmem kaç G’li telefonun altından girip üstünden çıkıyor ama alt tarafı yoğurdu iki kere çırpıp da ayran yapamıyor! Evlerin pencerelerinden sallandırılan gül suyu şişelerini kaçımız hatırlıyor; hani içine biraz şeker katıp da içtiğimiz ya da misafire kolonya niyetine döktüklerimizi. İşte o nedenle çocuklarımız ve torunlarımızla birlikte genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûmuz ne yazık ki...

Zahmet edip sütlaç ya da çörek yapmaya üşendiğimiz için, içinde ne olduğunu bilmediğimiz gofret, mısır patlağı ve hazır kekleri kemiriyor çocuklarımız! Hamur yoğurup da şöyle mis gibi ıspanaklı börek yapıp, çantasına koymayı beceremediğimiz yavrular, okul kantini bağımlısı oldu. Pestili, tahini, pekmezi “köylü işi” görüp, vıcık vıcık yağ fışkıran jipsleri, kremaları yiye yiye 10 yaşında ensesi üç katlı, yuvarlana yuvarlana yürüyüp merdiven çıkamıyorlar.

Gerçekten zor mudur evde yoğurt ya da salça yapmak? Pazarda, o güzelim yerli domatesler yığın yığın bizi bekliyorken, hazır salça kullanmak ne kadar doğru? Yoksa yapmayı mı bilmiyoruz? Ah annanne ah, biraz daha yaşayıp da öğrettikten sonra ölseydin ya!

Şikâyet edip duruyoruz, ekmekte katkı maddesi var diye... Eee hani nerde bizim kışlığı ayrı, yazlığı ayrı pişirilen yufkalarımız? Sonbaharda, mahallenin kadınlarıyla bir araya gelip de yaptığımız ve üst üste yığdıktan sonra ıslayıp ıslayıp yediğimiz o mis gibi kokan yufkalarımız? Güya, sebze-meyveyi taze ve organik yiyelim diye pazara gidiyoruz ama meyvenin hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini, muzun ithalini, çileğin en azmanlarını alıyoruz. İyi de, ne işe yaradı senin pazara gitmen?

mutfaklarımızda yemeği 5 dakkada pişiren tencereler ya da soğuduğunda 2 dakkada sıcacık yapıveren mikro fırınlar aldık ama sağlıklı mı değil mi bildiğimiz yok. Fırınlar otomatik, pişirince düt düt ötüyor. Buzdolabını no-frostlar yapıp bir de derin dondurucu aldık ama şöyle ağız tadıyla üstüne sarımsaklı yoğurt dökülmüş taze fasulyeye hasret kaldık. Pekmezle pişirilen kabak tatlısı yapmayı öğrenmek yerine, abuk sabuk yemek tarifleriyle uğraşıyoruz.

Beylere gelince;

Ukalalık edip hanımlara akıl vermenin anlamı yok. Gidelim bir aktara ne mal olduğumuz ortaya çıkar. Söyler misiniz hangimiz ayırt edebilir hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden? Ya da balkabağının çekirdekli olanını, balın doğalını; ıhlamurun yaprağının mı yoksa çiçeğinin mi kaynatılması gerektiğini?

Kahve tiryakilerine de iki çift sözüm var: Hani her yerde mantar biter gibi kahve bilmem neleri türedi ya, işte onlara takılıp da “buraya iki tane üçü bir arada’” diye bilmediğimiz o lânet karışımları ünleyenlere... Hay sen çok yaşa emi! Daha dün annenin yaptığı Türk kahvesine burun kıvırırken, şimdi nerden çıktı bu tiryakilik? Söyle bakalım suyu mu çıktı halis ve doğal Türk kahvesinin?

Lâfın özü, mutfak genetiğimizi kaybettik biz. Biz farkına varıncaya dek, önce beynimiz değiştirildi, sonra da sofrada önümüze gelenler. Köyden kente göçmeyi marifet, dışarıda tıkınmayı şehirleşme, ambalajlı ürün almayı da zenginleşme zannettik.

İşte tüm bu nedenlerle GDO, MDO karıştırmadan önümüze konulanı tıkınıp sesimizi keseceğiz.

Var mı itirazı olan..?

NOT: Bu yazı, Yılmaz ÖZDİL’in 6 Kasım 2009 tarihli Hürriyet’te çıkan yazısından esinlenerek hazırlanmıştır.

DÜŞÜNEN SÖZLER:

*Başkalarının bilgisi ile bilgin olsak bile, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz. Montaigne

*Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz. Hubert Reeves

*Seçmiş olduğunuz ve karar verdiğiniz şeylerin bedelini siz ödersiniz, size akıl verenler değil. Ts Eliot