Kuruluş adıyla Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nde başkanlık koltuğu çok ama çok önemlidir…

Sihri nedir, nasıl bir zevk verir, kerametinden sual olunmaz ama Başkanlık  koltuğu, sanırım üzerine oturana (yazı ile otuz iki yıl) o kadar çok şey katıyor olmalı ki, başkan sıfatını kazanan her kimse, bir süre sonra kendisini “Padişah” gibi görüyor, hissediyor olmalı…

Tıpkı, Osmanlı’daki gibi.

Başkanlar, belki de “bu güçten yararlanıyorum” ya da “bu güç beni besliyor” duygusunu yaşıyorlardır.

Bilemem…

Bildiğim ve aklımda kalanları sıralayabilirim.

-Ankara gazeteciler Cemiyeti başkan ve yönetimi, eleştiriden hiç ama hiç hoşlanmaz.

-Seçilmiş başkan ve yardımcıları koltuklarına adeta yapışmışlardır ve kaybetmeyi asla kabul etmezler. Kaybetmeyi “itibar erozyonu” olarak algıladıkları için,  “koltuktan kesinlikle tasarruf edilmez” ilkesine sıkı sıkıya bağlıdırlar.

-Başkanlar, her nedense lüksü çok ama çoook severler.

Yanlış yaptın” diyene ve diyenlere, hele suçlayanlara kesinlikle düşman kesilirler.

-Koltuğa ulaşmak için her yol onlar için meşrudur.

-Eski yönetimleri suçlayarak, hesap vermemekle itham ederek iktidarı ele geçirirler

-Aynısı kendilerine yapılınca, yeri yerinden oynatırlar.

-Kongreleri pek sevmezler. Ancak kongre zamanı gelmeden ne olur ne olmaz diye “kurşun asker” leri “hazırol”a geçirirler.

-Şimdilerde ise moda olan “trol takımı”nı devreye sokarlar.

-En önemlisi kongre öncesi eğer ortaya rakip veya rakipler çıkarsa “her yolu” denerler.

Hemen yaşanmışını örnek olarak sunayım sizlere…

2000’li yılların başında, yönetmen-şair-dizi oyuncusu- yönetmeni—şair-gazeteci olan TRT kadrosundaki Çetin Öner (Allah rahmet eylesin) başkanlığa soyunma kararı alır.

İddialı değildir ama “kötü gidişata dur” demek ve mesleğe katkı verecek bir kadro ile mücadeleye katılmak amacıyla yola çıkar.

Şu andaki başkanın (Sayın Nazmi Bilgin) rakibi olarak adaylığını meslektaşlarına duyurur.

BAŞKANLIK koltuğuna adeta yapışmış, “tabii senatör” gibi ölünceye kadar o makamda kalacağını sanan Nazmi Başkan ise “trol kadrosu” nu derhal harekete geçirir.

Amigolar “aportta” beklerler.

Kulis yapmaya, üyelerle temas kurmaya çalışırlar.

Başkanlığa soyunan Öner ise bazı gazetelerin Ankara Temsilciliklerini gezip durumu açıklayıcı bilgiler sunarak, nasıl bir yönetim gerektiğini anlatır…

Yani destek arar…

Haklı olarak seçilmek için kulis yapar.

Gazeteciler yeni adayı dinlerler, notlarını alırlar ve köşelerinde yazarlar…

Misal: Hürriyet’in Ankara Ek’inde bana ayrılmış bir köşe vardı. Adı “Ankara’yı dinliyorum” du…Ankara sorunlarını dile getiriyordum.

Telefon-mektup-faks-cep telefonu gibi haberleşme araçlarıyla Ankara’nın dertli insanlarının sorunlarını aktarıyordum.

Bir de günün en önemli konusunda yorum yapıyordum.

HÜRRİYET’İN Ankara ek’inde Bekir Coşkun, Mümtaz Soysal, İsmet Solak (rahmetli arkadaşlarımız) ve Sedat Ergin, Yaşar Sökmensüer, Muharrem Sarıkaya gazeteci arkadaşlarımız haftada bir gün, dönüşümlü yazı yazıp sorunları dile getiriyorlardı.

Tabii Emim Çölaşan da haftada bazen bir, bazen iki yorum yazıyordu. O zamanki Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek ise onun en hoşlandığı(!) hedefiydi.

Emin ve ben Çetin Öner’in Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığına yönelik, yapacaklarını dinlemiş, mevcut yönetim ve başkanın hatalarını, yanlışlarını dile getirmiştik.

Birbirimizden habersiz yazılarımız gazetemizde yayınlandı.

Yazılar gazetede çıktıktan sonra ne oldu?

Meğer bizim sonradan öğrendiğimize göre, Cemiyet başkanı Nazmi Bilgin’in önerisi veya talimatı ile bir heyet teşkil edilmiş. randevu alınmış ve Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin’le görüşülmüş…

Bunu nerden biliyoruz. Yazı çıktıktan sonra akşam üstü Sedat Ergin hem bana ve hem Emin Çölaşan’a durumu ayrı ayrı anlattı.

Yazılardan son derece rahatsız olmuşlar.

Muhalefet cephesinin görüşleri yanlışmış. Cemiyet iyi yoldaymış vs.

Özeti: “Devamı yazılmazsa iyi olur.”

Tabii ki yanlış kapı çaldılar.

Tabii ki olmaması gerekeni yapmışlardı.

Öyle ki şimdiye kadar eşi görülmemiş bir “gözdağı” verme girişimiydi bu…

Özetle: YANLIŞ KAPI ÇALMIŞLARDI…

Tabii Hürriyet Gazetesi bu…

Sandılar ki Cemiyetin yayınladığı 24 Saat Gazetesi gibi, mevcut başkan ve yönetimini göklere çıkarmak bizim görevimiz.

Tabii ki Hürriyet yönetiminden bizlere en ufak bir müdahale gelmedi.

Aksine, yazılara başka arkadaşlar da destek yorumları  ile katıldılar.

Cemiyet dediğin kurum, çalışan meslektaşlarının haklarını  korur. Üyeleri gerektiğinde eğitir. Sosyal yardım yapar. Emeklilerin sağlıklarıyla ilgilenir…

Hatta işsiz kalanları kollar, destekler…

 Seminerler düzenler değil mi?

Bay Başkanın “kurşun askerler”i ve “troller”i ise bizi güya ispiyonladılar…

Eşi benzeri görülmemiş biçimde gazetecilikten ekmek yiyen, emekleriyle yerlerini korumaya çalışan gerçek gazetecileri gazeteciler cemiyeti gammazlar mı?

Gammazladılar…

Bir meslek kuruluşu ve yöneticileri, gazeteci meslektaşının önünü kesmeye, ekmeğinden etmeye çalışır mı?

Çalışırmış…

Neden yaparlar?

Korkuları var.

Düzenleri her an değişebilir korkusu benliklerini sarmış…

Çünkü düzenleri bozulursa, rahatları kaçırılırsa, işleyen düzene çomak sokulursa, iktidarları yani güçleri elden gidecek.

Peki o yıl seçimleri, yani koltuklarını kaybettiler mi?

Hayır.

Kurşun askerlerle, dışarıdan devşirilmiş üyelerle sandığa gittiler ve kazandılar, bugünlere geldiler…

Bakalım bundan sonrası ne olacak.?

Yolun sonu görülecek mi?

Bekleyeceğiz…

Demem o ki, deneyimli, donanımlı ve her zaman güncel yazıları, görüşleri ile başarılı bir performans sergileyen gazeteci arkadaşımız Nursun Erel’in ve yol arkadaşlarının işi gerçekten zor.

“Çok zor” ama başarılamaz değil.