Mikrofonlu abla, muhtemelen üniversite çağındaki modern görünüşlü hanım kızımıza soruyor :

-Ayet nedir ?

Kız karpuzlu çilekli çikletini ön dişlerinden arka dişlerine götürerek cevap veriyor :

-Farz,sünnet, ayet falan işteee...

Kameranın sağ alt dibindeki canımız mütedeyyin teyzemiz önce az bi gülümsüyor bıyık altından kızçe’ye, sonra,

-Ayeeet diyor yüksek volüm'le!!

Ahalide heyecanlı bir bekleyiş...

Kamera zum dikkat ‘teyze’de

ve

-Ayeeet Allah’ın isimleri işte, ya n’olacak .

-Peki, diyor afacan muhabir; farz nedir ?

Teyzemiz onu da bi çırpıda cevaplıyor ...

-Faaarz ; Peygamber efendimizin farzları işte, ya n’olacak ...

Farz namaz , beş vakit farzın namazı .

Hacca gitmek, oruç tutmak... Bunlar hep Peygamber efendimizin farzları…

Sonra az önce konuşan genç kızımıza bakarak,

-Anladın yavruum?

Soruyu başarıyla cevaplayarak tüm İslam aleminin takdirini kazandığı psikolojisini yaşayan teyzemize bu kez ;

-Peki teyze mekruh nedir ?

-Mikrof ?

Mikrof haramdır , haramdır yavrum....

Ardından ekranda bir adet canımız amcamız beliriyor ,

Ben bu kasabanın şerifiyim, nedir olay, hemen çözeyim der gibi ...

Muhabir bu kez şerif amcamızın üzerinde farklı lezzetler denemek üzere mikrofonu uzatıyor .

-Ayet nedir ?

-Ayet hangisini söyliyim hepsini bilirim ben, diyor...

Muhabir,

-Söyle amca istediğini, diyerek veriyor gazı ...

Şerif amca önce derin bi nefes alıyor ve ardından Euzü Besmele çekerek tek nefeste başlıyor Fatiha suresini okumaya ...

Muhabir soruyor ,

-Bu neydi amca ?

Şerif amca cevaplıyor;

-Ayet işteee

-Ne Ayeti ?

-Fatiha Suresi ayeti işte ...

Afacan abla bu kez amcaya

-Sünnet nedir, diye soruyor...

-Sünneet erkekleriiin ....

Yok yok amca o kadar da abartmıyor .

Ama beyin yakan bir başka cevap vererek hepimizi daha müreffeh bir Cibuti için heyecanlandırıyor ...

-Sünneet namazın sünneti işte, ama hangi namazın, sor onu söyliyim ben sana ...

Akşamın farklı sabahın farklı di mi ama...

Bu ropörtaj böyle uzayıp gidiyor ...

*

Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (S.A.V) kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’i bize iletmesi için gönderilen ilk vahiy; İkra idi...

Peki neydi bu İkra ?

Ne demekti ?

İkra kelimesinin dilimizdeki karşılığı ‘Oku...’

Yaratan Rabbinin adı ile oku....

İslamın kalbiydi okumak ...

İlim Çin’de bile olsa ara, bul der Peygamber Efendimiz ...

Bir rivayete göre ‘Bana bir harf öğretenin kölesi olurum’ sözü Hz. Ali’ye aittir ...

Muaviye, içinde yaklaşık bir milyon kitabı barındıran “Darü’l-Hikme”yi (İlim Kültür Yuvası) kurar.

Halife El-Hakim de, 400 bin ciltlik bir kütüphane kurar ve bilim adamlarını Kurtuba’da toplar.

8. Yüzyıl’ın sonlarına doğru Halife Harun-el-Reşid, Aristoteles’in tüm kitaplarını,

Galen ve Hipokrat gibi büyük bilim adamlarının eserlerini Arapçaya çevirtir.

Halife el Memun, Bizans’a ve Hindistan’a elçiler göndererek çevirmeye değer kitap aratır ve Bizanslıları yendiği savaşta, savaş tazminatı olarak sadece eski Yunan yazmalarını ister.

Böylece İslam dünyası, önceki dönemlerde yapılan tüm bilimsel çalışmaları toparlayarak kaybolmasını önler; daha sonra bu çalışmalar, Arapçadan Batı dillerine çevrilir.

Endülüs Devleti’nin kurulması ile Musevi, Hıristiyan ve İslam kültür geleneklerinin buluşması, İspanya’yı bilim ve kültür merkezi haline getirir.

İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından Cabir Bin Hayyan, ‘Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler’ olarak dört grupta toplar.

Cabir Bin Hayyan’ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier’e öncülük eder.

Tıp ve eczacılıkta İbn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanına pek çok yeni bilgi eklerken;

Tarih ve Coğrafya bilimlerinde Idrisi, Hamevi ve Taberi ve daha pek çok İslam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmişlerdir.

Özellikle ‘optik’ alanında, on birinci yüzyılda İbn-i Heysem, bu bilim dalını tek başına yeniden inşa etmiştir.

Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Sabit bin Kurra;

Astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş;

Batlamyusçu sisteme, dokuzuncu yıldızsız küreyi eklemiştir.

On üçüncü yüzyılda, bu sistemin karşılaştığı güçlükleri fark eden yine Müslüman astronomlar olmuş ve Batlamyusçu olmayan gezegen modellerini geliştirmişlerdir.

Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır.

Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır.

Aynı dönemin Avrupa’sında ise durum tamamen farklıdır. Bilime hizmet eden Avrupalı bilim adamları, pek çok engelleme ile karşılaşıp kısıtlanmakta, hatta çalışmaları tamamen durdurulmak istenmekteydi.

El-Kindi, Einstein’dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır.

El-Kindi, ‘Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlıkta hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür’ der.

Harezmi, Hint rakamlarına sıfır rakamını ekleyerek bugün kullandığımız rakamları oluştururken;

Fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söyleyen Ahmet Fergani,

Enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya’nın eksenindeki eğimi en doğru şekilde hesaplıyordu.

Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştiren El-Battani,

877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar;

Tanjant ve Kotanjant’ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant’ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar.

Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder ve başhekimi olduğu hastanede görev alacak olan doktorların uzmanlaşmaları gerektiğini söyler.

Ebü’l-Vefa trigonometriye Sekant ve Kosekant kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus’a karşı; ‘Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir’ diyerek, yaptığı sayısız denemelerle ‘göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini’ söyleyen İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür.

Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit eden el-Beyruni;

973 yılında ‘Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu’ söyler.

İbnu’n-Nefis, 1200_lü yıllarda, küçük kan dolaşımını keşfeder.

Bütün İslam ülkelerinde matematik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ilimin okutulduğu eğitim kurumları, rasathaneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüphaneler bulunmaktaydı.

Bağdat, Harran ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Afrika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliştirilmişti.

Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri uygarlık merkezleri haline getirmişlerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa’dan öğrencilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa’nın en modern şehri olarak bilinmekteydi.

Kültürel ve sosyal alanda meydana gelen atılımlara paralel olarak ilerleyen bilim ve teknoloji, Osmanlı devleti döneminde doruğa ulaşmıştır. Hazerfen Ahmet Çelebi,Lagari Hasan Çelebi gibi alimler, alanlarında tarihin ilk örnek çalışmalarını gerçekleştirmişlerdir.

14. Yüzyıl’da matbaanın icadı ile 1400-1500 yılları arasında, Arapçadan ve Eski Yunancadan birçok kitap Latinceye çevrilir. Aristoteles’in tüm kitapları, 1495 yılında basılır.

Thales’in Mısır’a, İslam dünyasının da Bizans ve Hindistan’a yaptığı bilimsel amaçlı seyahatler gibi, Avrupa’dan birçok bilim adamı da İslam dünyasına gelerek bilimsel kitapları toplarlar.

Bilimsel eserler, Doğu Uygarlığı’ndan Batı Uygarlığı’na doğru yönelir.

Eski Yunanca’dan Arapçaya çevrilen bilimsel eserler yeniden Arapçadan Latinceye çevrilmeye başlanır.

Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra, doğa bilimlerinin öğretilmesi medreselerden yavaş yavaş kalkar ve İslam dünyasının zaman içerisinde bilim dünyasından silinip yok olmasına neden olur.

Yani ;

Ayeeeet Allah’ın isimleri işte ya n’olacak ....

Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir.

Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.

Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur.

Bir dinin doğal olması için akla, bilime ve mantığa uygun olması gerekir.

Bizim dinimiz bunlara tümüyle uygundur.

Şu anda batıl itikatlardan oluşan ikinci bir din mevcuttur.

Fakat bu cahiller sırası gelince aydınlatılacaktır...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk...

Hamiş :

Bu bilgileri sizlerle paylaşmamı sağlayan internet denen meretin mucidi Dr. Vinton Cerf‘e saygılarımı sunuyorum...