Bizler, elimizi devamlı soktuğumuz Merkez Bankası’nın neden bağımsız olmadığını sorgulayalım.
Biz hala Merkez Bankası ve BDDK aracılığı ile özel bankalara sopa gösterelim.
Biz nedense özel bankalara ucuz kredi versinler diye birkaç cepheden saldırıya geçelim.
Biz, bir yandan da kamu bankalarının içini boşaltmaya ve bu yolla ekonomiyi düze çıkarmaya çalışalım.
Bir yandan da ekonomik kuralları tersinden okuyup faiz-enflasyon sarmalını çelişkili biçimde hayata geçirmeye çalışalım.
Bu durumda yabancı sermaye ülkemize neden gelsin?
Ekonomik alanda gerekli yapısal değişikleri yapmayan bir ülkede ne işi olabilir ki?
Elin oğlu kılını kıpırdatıp, menfaati olmadığı sürece bu ülkeye gelip yatırım yapmaz, bizler de kendi kaynak ve çabalarımızla ancak 100 yıl sonra ekonomik kalkınmışlık açısından birinci lige çıkmayı başarırız.
Oysa büyük devletler hep büyük oynarlar ve oynayacaklardır da…
Hala da oynuyorlar.
Onlar oynuyor, bizler uyuyoruz.
Buyurun, aşağıdaki alıntıya bir göz atın.
“Sene 2005 Türkiye ile bir alâkası olmayan John Perkins kitabında anlatıyor; “Kendi otomobilini üretemeyen ülkeye borç verip otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz krediler verip daha çok araba almalarını sağlarız. Böylece verdiğimiz o krediyi arabamızı satarak geri alırız, hem de faiziyle. O ülkeye dünya bankası ya da kardeş kurumlardan kredi ayarlarız. Ayarlanan kredi “ASLA” o ülkenin hazinesine gitmez. O ülkede ‘proje’ yapan bizim şirketlerimizin kasasına girer. Enerji santralleri, sanayi alanları, limanlar, dev havaalanları yapılır. Aslında insanların işine yaramayan bir yığın beton. Bizim şirketlerimiz kazanır o ülkedeki birileri de nemalandırılır. Toplum bu düzenekten hiçbirşey kazanmaz. Ama ülke büyük bir borcun altına sokulmuş olur. Bu o kadar büyük bir borçtur ki ödenmesi imkansızdır. Plan böyle işler. Sonunda ekonomik danışmanlar/tetikçiler olarak gider onlara deriz ki; “Bize büyük borcunuz var ödeyemiyorsunuz. O zaman petrolünüzü satın, doğal gazınızı bize verin, askeri üslerimize yer gösterin, askerlerinizi birliklerimize destek olmaları için savaştığımız bölgelere gönderin, Birleşmiş Milletler de bizim için oy verin! Elektrik su kanalizasyon sistemlerinizi özelleştirin! Onları Amerikan şirketlerine ya da diğer çok uluslu şirketlere satın...” Sosyal hizmetleri, teknik sistemleri, eğitim kurumlarını, sağlık kurumlarını hatta adli sistemleri ele geçiririz. Bu, ikili, üçlü, dörtlü bir darbeler serisidir.”
(Hamza Bezirci sayfasından alıntı)
İşte gerçekler…
İşte büyük devletlerin gölgesinde kaybolan, yitirilen hayatlar.
Dünya nerede duruyor, biz nerede?
Elin oğlu nerdeyse Mars’ta üs kuracak…
Biz ise yeni yetme İHA’ları uçurup savaş kazanılır sanıyoruz.
Uçuyoruz yani…