Ülkemiz birkaç haftadır yangınlar ve sel felaketleriyle boğuşuyor. Birçok can kaybı oldu, selde kaybolan ve henüz bulunamayan onlarca vatandaşımız var.
Yüzlerce ev, iş yeri kullanılamaz hale geldi. Gerek yangın gerekse selin etkilediği yerler ülkemizin önemli turistik bölgeleri. Zaten pandemi nedeni ile sekteye uğramış olan turizm, önemli bir yara daha aldı. Dünyada çam balının elde edildiği en önemli ormanlar, Muğla bölgesindeki ormanlarımız, yandı. Doğada ve ekonomideki büyük zarara daha birçok örnek verebiliriz. Belki de doğayı en çok koruyan vatandaşlarımız; orman köylümüz zor durumda.
Biz aslında benzer bir süreci bundan 22 yıl önce Marmara Depremi’nde de yaşadık. Binlerce insanımız göçük altında kaldı, yüzlerce aile yok oldu. Bölgede bu travmanın izleri hala var.
Doğal felaketlerde önlenemeyen kayıplar olacaktır. Bu durum tabii ki üzücüdür. Ama daha üzücü olan tedbirsiz, kuralsız, yanlış uygulamalar nedeni ile kayba uğramaktır. Nitekim Marmara depremindeki kayıplarımızın çoğunun böyle olduğunu biliyoruz. Bu nedenle yeni yönetmelikler oluşturuldu, daha sağlam binaların yapılması ve eski binaların yenilenmesi için teşvikler sağlandı. Peki 22 yıl sonra, depremde büyük zarar gören yerlere, yani Adapazarı, Yalova, Kocaeli, İstanbul’da Avcılar gibi bölgelere bugün baktığımızda, yeterince aşama kaydettiğimizi söyleyebilir miyiz? Yıkılan yerlerin yeniden yapılanmasında şehir planlama kurallarının yeterince uygulanmadığını, uygulanamadığını görmek için konunun uzmanı olmaya gerek yok. Çarpık şehirleşme devam ediyor. Bodrum gibi kapasitesi belirli yerlere akın akın gitmeye ve her yere bina yapmaya devam ediyoruz.
Felaketlerle mücadeledeki sorunlarımızı sadece müteahhitler veya devlete sorumluluğu yükleyerek çözemeyiz. Bizim de vatandaş olarak taleplerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Çünkü, doğa çok güçlü ve hep aslına dönmek istiyor. Teknoloji ile sağladığımızı zannettiğimiz ıslah çalışmaları güçlü bir doğa olayında yetersiz kalıyor. Ve asıl felaket zaten bu durumda ortaya çıkıyor. Öte yandan, bizler konulan kuralları isteklerimize göre eğip bükmeye çalışıyoruz. Kanunun izin vermemesine rağmen binamıza bir kat daha çıkmayı istiyor, ağaçları kesiyor, su havzalarına bina yapmak istiyoruz.
HES’in önündeki dere yatağına bina yaptıysanız, şiddetli bir yağmurda kapakların açılması zorunludur ve o dere yatağındaki binaların sular altında kalması şaşılacak bir şey değildir. Bu hadise 10 yıldan biraz fazla zaman önce İstanbul Bahçeşehir’de yaşanmış, Gölet tabir edilen bölge kullanılmaz hale gelmiş, sayısı birkaç adet olan restoranlar ciddi zarar görmüş, AVM’deki bekçi hayatını kaybetmiştir. Bugün Gölet büyütüldü, dere yatağı boyunca çok daha güzel ve geniş bir alana düzenleme yapıldı. Çok güzel bir piknik ve spor alanı olarak kullanıma sunulmuş durumda. Ancak, derenin denize kavuşacağı bölgeye yüksek binaların olduğu bir site ve 100 civarında restoran eklendi. Bölge binlerce insanın kullandığı bir alan haline geldi. Sorulduğu zaman “Tedbir alındı.” deniliyor. Ne kadar güçlü bir tedbir alınmış olabilir? Kastamonu-Bozkurt’ta koskoca binaların selde saatler içinde nasıl yıkıldığını gördük. Bozkurt Belediyesinin tedbir olarak “Arabalarınızı dere kenarından çekin.” anonsunun nasıl yetersiz kaldığı ortada. Görüldüğü gibi, doğanın gücü karşısında alınan tedbir bazen yetmiyor…
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı 2020 Meteorolojik Afetler Raporu’na göre sel felaketlerinin sayısı her yıl artıyor. Doğada dengeler değişmiş durumda. Ama insanoğlu bunca zarar verdiği doğaya, hala egemen olma, hükmetme çabasında. Bu hırs birçok güzellikten de vazgeçmeye kadar gidiyor. Can kayıplarımız, maddi kayıplarımız var. Bunlardan ders almak ve doğaya hükmetmeye çalışmak yerine kurallarına saygı göstermeye mecburuz.
En güzel günler sizlerin olsun.