Ülkemizin kurtarıcısı ve kurucusu Ulu Önderimiz Atatürk; “Türk demek, dil demektir. Ülkesini ve bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalı ve Türkçe konuşmalıdır.” demiştir.

??!!...

“E biz nece konuşuyoruz, Türkçe konuşmuyor muyuz?” dediğinizi, duyar gibiyim.

Hayır, (özellikle turizm bölgelerimizde) “herşeyce” konuşuyoruz.

Ve “herşeyce” konuşarak, dilimizi kirletiyor, dilimize ve Türklüğümüze ihanet ediyoruz.

Ne demek herşeyce?

Arapça, Farsça, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca karışımı bir dil.

* * *

29 Kasım 2022 tarihinde kısa adı ALSAV olan Alanya Kültür Sanat ve Turizm Vakfı’nın, Alanya Kültür Merkezinde, Alanya’da yaşayan yazar ve şairlere teşekkür belgesi verilmesine ilişkin ödül töreni vardı.

Törene Akdeniz Üniversitesi’nden katılan adını anımsamadığım öğretim görevlisi bir kadın konuşmacı Türkçe üzerine nefis bir konuşma yaptı.

Özetle şunları söyledi.

“…Çok güzel bir kente sahipsiniz. Gezip, gördüğüm her bir yerinize, her bir bölgenize hayran oldum.

Sadece işyerlerinizin tabelaları ve levhaları hariç.

Tabelalarınızı görünce, kendimi yabancı bir ülkede sandım.

Bu nasıl bir düşünce?

Bu nasıl bir kompleks?

Bu güzel kente ve bu kentin sahipleri siz güzel insanlara hiç ama hiç yakıştıramadım tabelalarınızdaki, levhalarınızdaki o yabancı adları.

Niye Türkçe değil de yabancı dillerde işyeri adları, otel adları?

Niye Türkçe değil?

Biz nasıl yurtdışından yabancı sözcük alıyorsak; onlarda Türkçe adlar öğrenip, götürsünler ülkelerine…

Hiç sormuyor musunuz Belediyenize, ‘Bu yabancı isimlere neden izin veriyorsunuz?’ diye…

Ne iş yapar sizin Belediye Meclisiniz?

Bildiğim kadarıyla bir de Kent Konseyiniz var. O ne iş yapar?” dedi ve mikrofonu bıraktı.…

O an fırladım, kalktım ayağa.

Ayakta alkışladım.

Tören bitiminde de yanına gidip, kutladım…

* * *

Son yıllarda hemen hemen her alanda başlayan batı taklitçiliğinden en fazla zarar gören alanlardan biri de Türkçemiz oldu ve oluyor.

Giderek kendi dilimizden kopuyor ve yabancılaşıyoruz.

Bu konuda ‘sorumlu şudur’ ya da ‘budur’ demek de yanlış bence. Hangimiz, hangi kurumumuz suçlu değil ki?

Halkının dilini koruma yönünde hiçbir önlem almayan devlet mi; o yabancı sözcükleri gözümüze gözümüze sokan basın-yayın kuruluşları mı; Türkçe karşılığı olmasına rağmen, yabancısını kullanmayı marifet sanan bizler mi?

Yoksa bizleri her konuda bağlayan ama konu dil olunca oralı bile olmayan yerel yönetimler mi?

Söyler misiniz, suçsuz olan hangimiziz?

Lafa gelince Türklüğümüze laf söyletmiyor, bu konudaki en küçük bir sataşmaya bile şaşılacak tepkiler gösteriyor; sokaklara çıkıp elimizde Türk Bayrağı ile yürüyüşler yaparak ilgili ülkelere boykot kampanyaları başlatıyoruz.

Peki, ama ya sonrası? …

Hani, bilinen bir söz vardır: Türk gibi başla, Alman gibi devam et, İngiliz gibi de bitir.” diye.

Diğer ülkeleri bilemem ama bizim için aynen geçerli. Türk gibi başlayıp, yine Türk gibi bitiriyoruz. Yani fiyasko.

Türk demek, Türkçe demektir.

Caddede yürürken, dükkân isimlerine baktıkça insanın yüreği burkuluyor.

Gençlerin konuşmalarına kulak verdikçe, içiniz “cız” ediyor. Hele de birbirlerine yazdıkları karşılıklı iletilerini görüp, okudukça…

Anlayamıyorum, bizim eğitim sistemimiz bu kadar mı kötü, Türk kimliğimize bu kadar mı yabancı?

* * *

Her şeyin devletten beklenmemesi gerektiğini biliyorum ama bu gerçek, devletin hiçbir şey yapmayacağı anlamına da gelmiyor.

En azından dükkân tabelalarının Türkçe olması zorunluluğu getirilebilir.

Türk Dil Kurumu’yla dalga geçip ödeneklerini kısarak sindirmek yerine, dilimize yerleşen yabancı sözcüklerin Türkçe karşılıklarını üretmesine yardımcı olunabilir.

Ama işin en önemli kısmı bizlere düşüyor.

Milliyetçiliği laf olmaktan çıkarıp hayata geçirebilmenin ön koşulu diline sahip çıkmak değil midir?

Biz sahiplenirsek, hiçbir güç dilimize dokunamaz.

Ulu Önderimiz; “Kesin olarak bilinmelidir ki, Türk ulusunun temeli Türk dilidir. Dilini kaybeden bir millet yok olmaya mahkûmdur.” demiştir.

Dil konusunda hiçbir ulus bizim kadar duyarsız değil.

Örnek mi?

İşte örnek. Fransızlar, dilleri konusunda o denli duyarlıdırlar ki; televizyon kanallarında Fransızca alt yazılı film oynatmazlar. Mutlaka Fransızcaya çevirip öyle yayınlarlar. Gazete editörleri arasında mutlaka Fransızca dil uzmanı vardır ve yazılardaki yabancı sözcükleri ayıklayıp öyle yayınlarlar.

Eğitim kurumlarında da aynı titizlik vardır. Öğrencilerine çok iyi derecede İngilizce öğretirler ama dil dersi dışındaki tüm dersler, Fransızca olarak okutulur.

Bu ülkede ana dili Fransızca olmayan okulların açılması büyük ölçüde kısıtlanmıştır.

* * *

Konfüçyüs, “Bir ülkeyi yenmek istiyorsanız dilini tahrip ediniz.” demiştir. Bir dilin kuvveti, yabancı olan dili itmesi değil, onu yutmasıdır.

Dilimizi, diğer diller karşısında güçlü kılmak zorundayız.

Hava atmak için yabancı sözcük kullanmak; bilgili olduğunuzu değil, kişiliksiz olduğunuzu gösterir.

Önümüzde iki yol var:

Ya uyanıp dilimizi koruyacağız ya da dört beş kuşak sonra Türkiye diye bir ülke, Türkçe diye bir dil kalmayacağını kabul edeceğiz!

Seçim sizin!