Bir yazın türü olarak öyküyü ele aldığımızda aklımıza o kadar çok yazıninsanı gelir ki bu yazarların her yapıtını, her öyküsünü okudum mu diye kendimize sorarız. Okumadıklarımız çoğunluktadır.

İlkokuldan başlayan eğitim seyrinde öğretmenlerimizin okumamızı salık verdiği pek çok yapıtı okuduğumu anımsıyorum. Ömer Seyfettin, Sait Faik Abasıyanık, Cevdet Kudret, Cahit Sıtkı, Sabahattin Ali, güldürü ustamız Aziz Nesin, Demirtaş Ceyhun, kısa süre önce yitirdiğimiz Firuzan ilk akla gelen yazarlarımızdır.

Bu yazarlarımızın içinden biri yaşıyor olsaydı, inanıyorum ki, “Bana Celal İlhan’ı çağırın. Şu kitaplarımın altındaki adımın yanına imzasını atsın.” derdi, desem, abartmış olmam.

Öykücülüğümüzün damarına su akıtan yaşayan yazarlarımız arasında Celal İlhan köyü ve kenti gözlemler, gözlemlerini akıcı, duru bir dille anlatır. Anlattıklarından “Bu tümcede ne demek istemiş?” diye sormaya gerek duymadan öyküyü bitirmeye çalışır okuyucu. Okurken bir köşeden öykü kahramanını, öykünün ana karakterlerini izlediğinizi duyumsarsınız. Bende böyle bir izlenim bıraktı değerli yazarımız.

İmzalayıp armağan ettiği Dili Yüreğinde yapıtını okumaya başlar başlamaz, daha ilk satırlarında duyumsatır ustalığını. Bir bakarsınız yazarımız bir hastane yoğun bakım ünitesi bekleme salonundadır, annesinin sağaltılmasını beklemektedir, beklerken kendi iç sesini dinlersiniz, çocukluğuna gidişini, anne sevgisinin derinliğini ta yüreğinizde duyarsınız. Yazarımız kendi iç sesiyle konuşurken bekleme salonundaki annenin de ayırdındadır, onun sorunlarını da görmezden gelmez. Bir bakarsınız köyünde Salman ağasının katledilişine tanıktır, bir bakarsınız cem törenlerinde deyiş dinliyordur, Kütürözü’de hayvan suluyor, yazıda yaralı bir turna görüyor, iyileştirmeye çabalıyor.

Köyünün görünümünü betimleyen kısa öykülerden sonra kente, kentli yaşama hızlı bir geçiş, bir tatil beldesinde babaannesine yardım etmeye gelen Serhat’ı betimler. İstanbul’da yaşayıp da İstanbul’u tanımayan, kursta alışılmadık davranışlarından, el hareketlerinden, taciz girişimlerinden  tiksindiği hocasından kaçmak için okulu bırakan Serhat’ı.

Gelenek ve göreneklerini de ince bir doku gibi serpiştirmiş satır aralarına. "Kış boyu cem törenlerinde adını sıkça duyardım."

Anlatım o denli yalın, içten ve alışık olduğumuz anlatımdır ki yazarın mı sizin mi diliniz yüreğinizde değer ayırt edemezsiniz.

Daha onlarca karakter canlanıyor sayfaları çevirdikçe, yarenlerini dinlemeyip kentte varlıklı biriyle evleneni, yürütemeyip köyüne döneni; başkentin asit kokulu semtinde ilk cinsel deneyimlerinden sıkıntıyla çıkan gençleri; toplumun alt katmanını oluşturanların dramatik öykülerini, çırakları, eğitim gerektirmeyip yaparak yaşayarak öğrenen, öğrenirken ana-avrat sövülen çocuk işçileri okuyacaksınız bu yapıtta. Tamamı yaşadığı ortamlarda gözlemledikleri…

Celal İlhan öyküleri yaşamın içinden süzülüp geliyor, gündemin tam ortasına oturuyor. Anası yorganını sıkı saran Abbas Sayar’ın yolculuğu Celal İlhan’la devam ediyor. Çoğu kez öyledir, bir yol açar hiç beklenmedik zamanlarda bir usta, bir sanatçı, ne yol tükenir ne de o yolda ilerleyen yolcu. Biri sürdüremezse çıkar başka biri sürdürür yolculuğu. Sömürü çarkı döndükçe bu çarkı ve ezdiği inanları da yazacak yazıninsanları doğar.

Bize bu değerli öykü seçkisini kazandırdığı için kutluyorum sevgili Celal İlhan’ı. Yolu açık, yolculuğu bol ürünlü geçsin. Öykücülüğümüzün bu usta kalemine uzun ömür, dolu dolu yazın yaşamı diliyor bize ulaştıracağı yeni öyküler bekliyoruz.

İyi ki Bozok yaylası bir esintiyle başkente bir Celal İlhan Kazandırmış.

14 Temmuz 2024

Sami Aydoğan Di̇li̇ Yüreği̇nde