Demokratikleşme barış söylemleri başlamadan bitti. Devlet Bahçeli’nin  TBMM’de DEM Partililerin elini sıkmasıyla başlayan ve PKK’nın Hapishanedeki Lideri Abdullah Öcalan için “Gelsin mecliste konuşsun” demesiyle doruğa çıkan barış ve yumuşama iklimi, hiç başlamadı.

Önce Esenyurt sonra da Mardin, Batman ve Şanlıurfa Halfeti belediye başkanlıklarına kayyım atandı. Halkın seçilmiş başkanlıklarına kayyım, açıktan halk iradesine darbe niteliği taşımaktadır. Halk iradesi hiçe sayılmaktadır. Kimin tarafından yönetileceğine yerel olarak oranın halkı karar verir. Belediye başkanları suç işlemez diye bir şey yok. Eğer başkanın bir suçu varsa, hukuk devreye girer ve yargılar.

Kayyım atamak seçimle halk iradesi ile alamadığım yerleri, hukuk darbesi ve kayyım yolu ile alırım demek oluyor. Demokrasinin D’sine inanan bir insanın bu zoraki durumu kabullenme olanağı yoktur. AKP İktidarı gitmemek üzere iktidara geldiklerini düşünüyor. Bu anlayış gelecekte seçim yapılmasa da olur. “Biz merkezden vali atar gibi belediye başkanlarını da atarız.” demek istiyorlar. Böyle olacaksa, neden onca masraf edilerek seçimler yapılıyor. Seçimler yapılıyormuş gibi yapıp da, halk iradesinin gasp edilmesinin adı demokrasi değildir.

Ekonomik ve toplumsal sorunlar öylesine derinleşti ki, eğitim, sağlık, enflasyon, pahalılık, hukuk, adalet içinden çıkılmaz hal aldı. Nereye dokunsan dökülüyor. Ancak iktidarın tek sorunu gelecek seçimleri de nasıl elde ederim hesabı. Şimdiden onun alt yapısını oluşturuyor. Bin bir türlü oyuna başvuruyor. Artık seçilme şanslarının olmadığını da görüyor. Şimdiden ülkeyi seçimsiz ve atama yolu ile de idare ederim, alıştırmaları yapmaya çalışıyor. Bunun anlamı yavaş yavaş “siz seçimleri unutun, ben atarım” demeye geliyor. 

Ancak unutulan ve hesaba katılmayan bir şey var. Bu ülkenin halkı üçyüz yıla yaklaşan bir süredir, demokrasi mücadelesi vermiştir. Yüz yılı aşkın cumhuriyet aydınlığını yaşamış, kulluk devrini yüz yıl önce kapatıp, yurttaşlık bilincine erişmiş. İnsan hakları mücadelesi vermiş milyonlar vardır.

Özgür, demokratik ve laik bir ülke için, eşitlikçi ve adalet temelinde, barış ve demokrasi erdemlerinden asla vaz geçmeyecek. Haklı olmanın verdiği güçle, umudun bayrağını dalgalandıracak. Demokrasi kazanacak, barış kazanacak, hiç kuşku yok ki, darbelere karşı hak kazanacak, halk kazanacaktır.

Değerli okuyucu, yazımızı Sayın Rıfat Serdaroğlu’ndan dinlediğim bir fıkra ile sonlandırmak isterim.

Köylü dayı 5 adet kazını satmak için pazara gider. Kazların 4’ünü satar birisi kalır. Köye dönmeden bir de sinemaya gitmek ister. Kalan kazı da şalvarının içine koyar. Yanında yaşlıca bir kadın oturuyor. Avucunda fındık yiyor. Kaz şalvardan kafasını çıkarıp kadının elindeki fındıkları kapar. Kadın korkudan bayılıp düşer. Köylü dayı da sinemadan kaçar, gider.

Kadın ayılıp ta kendine gelince “Yahu o neydi öyle, kırk yıllık çaçayım her türlüsünü gördüm, fındık yiyenini ilk defa görüyorum” der.

Biz de elli yıldır iktidarları gözlemliyoruz, kayyım yolu ile millet iradesine el koyup, makamlara çökenini ilk defa görüyoruz.