I
Çelişme / çatışma doğasıydı şeylerin
Suda kuruyandı kök
Çölde yeşerten kendini
Zahiren fiziki bir yakınlık olarak bilinen eşlik etmenin görünende görünmeyen boyutu evrensel genişliğidir şeylerin. Aynayı ayna yapan sır…
II
Unutulmuş eşyalar
Emanetçi dükkânındaki
O eskil bavul mesela
İçindekileri kitabın
Hayatın / hayatının, eski izlerini / eskizlerini taşıyan bavulu neden, niçin unutulduğu üzerine düşürmek sözü. Bavuldan bir günlük / hatıra defteri çıkması armağanı olacaktır şüphesiz söz düşürmenin yol haritasına.
Eşyalar ise çağrışım kuşlarıdır zaman yolculuğunda. Bir de albüm çıkarsa bavuldan al sana yarı drama belgeselin görselleri. “Yaratıcı aklın olduğu yerde, mantık, kapılar üzerindeki nöbetini gevşetir ve fikirler bir heyulâ içerisinde koşturur” der Friedric Schiller.
Sanat, yeniden tanımlanması değilse zamanın nedir ki? Görme biçimlerini okurun / izleyenin / dinleyenin değiştiren açı. Göğe çıkmış denizin yazıdaki pusulası.
Çember, topaç çeviren çocuktu
Dengesizlikteki denge
Çağrışım döngüsündeki
“Kendinizden iyi olmaya çalışın” demesin mi Faulkner.
III
Cebinde birkaç harf gezdirmek şifacıların işiydi. Suya birkaç sözcük serpip zamanı okumak da.
Gelecekten gelen bir tümceydi, ışığı heceleten renklere.
IV
Bir kültürü yeniden kurgulayıp yazarken salt kavramlar, sözcükler, terimler yeterli değildir. Metin yazarı eğer o kültürü içselleştirememişse kullanılan kavram, sözcük, terim vb. doku uyumsuz yamalar gibi görünürler. İçselleştirilemeyen o kültürün doğu-batı olması da fark etmez.
Basketbolda sayı pası olur da edebiyatta olmaz mı hiç? İşte tam da burada katılımcı okura bırakmalıyız sözü. Yukarıda ifade etmeye çalıştığım durumun örneklerini siz bulun lütfen.
Hep söyleyip, yazdığımız gibi okuyan yazandan arif gerek.