Örütbağ (internet) ortamında dolanan, ekteki bu resmi görünce, içim burkuldu.

Çünkü bu rezilliği yapan, bu coğrafyanın insanı.

Çünkü bu rezilliği yapan insanı eğitme görevini, (zamanında) yerine getirmeyenler de bu coğrafyanın insanları…

Kim onlar?

Bu rezilin annesi, babası ve öğretmenleri…

… …

Şimdi lütfen dikkatle yoğunlaşın bu resme; böyle bir şey olabilir mi?

Ama oluyor işte. Hem de o kadar çok oluyor ki…

Sağa dön bunlar, sola dön bunlar…

Arkana bak bunlar, önüne bak bunlar…

Trafikte bunlar, kaldırımlarda bunlar…

Denizde, kumsalsa bunlar…

Ormanlarda bunlar…

… …

Ormanlar, kumsallar, yeşil alanlar, refüjler, kaldırımlar, bu tür seyir ve dinlenme alanları, hep bu eğitimsiz ve görgüsüz rezillerin pislikleriyle dolu.

Niye?

Çünkü bunları eğitme durumunda olan, diplomalı ya da diplomasız annelerin, babaların, öğretmenlerin de çok büyük bölümü eğitimsiz. Onlar da bunları yapıyor çünkü.

Çünkü bu coğrafyada, kırmak, dökmek, kirletmek, asmak, kesmek, görüntü ve gürültü kirliliği yaratmak… sıradan olaylar, sıradan kavramlar…

Çünkü öğretimin, “eğitimin” önüne geçtiği; eğitimin esamisinin bile okunmadığı bir coğrafya burası.

Çünkü ulusal eğitim politikalarıyla, çıkarları gereği, kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan düzeysiz siyasetçilerin egemen olduğu bir ülke burası.

Böyle bir toplumda, anne olmak da zor, baba olmak da, öğretmen olmak da…

… …

Hal böyle olunca, anne ve babalar; annelik ve babalığın bu (kadar) olduğunu sanıyor; öğretmenler de öğretmenliğin…

Sen karnını doyur, okutabiliyorsan okut; öğretmenleri de iki kere ikinin dört ettiğini (!), dünyanın yuvarlak olduğunu (!) öğretsin, tamamdır bu iş!

Bunları yapan annelerin, annelik; babaların, babalık; öğretmenlerin de öğretmenlik görevlerini yerine getirmiş kabul ediyor bu anlayış ve bu düzen!

… …

Oysa ne annelik, ne babalık, ne de öğretmenlik bu kadar basit değil.

* * *

Her anne, her baba, her öğretmen; çocuklarına/öğrencilerine, öncelikle, görgü kurallarını öğretmek zorunda.

Ancak ne evlerimizde, ne okullarımızda, en basit görgü kurallarının bile üzerinde durulmuyor.

Liseyi, üniversiteyi bitirmiş çocuklarımız, daha hal hatır sormasını bilmiyor.

Selam vermeyi, selam almayı bilmiyor. Muhatabına nasıl hitap edeceğini bilmiyor.

Hiç tanımadığı bir insana “dayı” diye, “abla” diye başlıyor söze.

Bu eğitim anlayışıyla mı, toplu yaşam kültürüne uyarlanacağız?

* * *

Yaşamlarımızın her evresinde, çocuklarımızla ilgilenmek, onlara örnek olmak, onları eğitmek durumundayız.

Öncelikle “çevre bilincini” aşılamak zorundayız çocuklarımıza.

Trafikte yol, toplu ulaşım araçlarında yer vermeyi öğretmek zorundayız onlara…

Yayalara ya da trafikte sıkışmış araçlara yol vermenin, erdem olduğunu, beyinlerini yıkarcasına anlatmak zorundayız…

Korna çalarak, bağıra çağıra konuşarak, gürültü kirliliği yaratmanın insanca olmadığını anlatmak zorundayız.

O kadar çok anlatmak, aşılamak zorunda olduğumuz şey var ki, bu sınırlı köşede hangi birine öncelikle değinelim, bilemiyorum.

Örneğin, sokak hayvanlarını besliyorum diye akşamdan kalma nohut tenceresini kaldırıma boca etmemeyi öğretmeliyiz çocuklarımıza.

Örneğin apartmanlarda, kapı önünde ayakkabı(lar) bırakarak, görüntü kirliliği yaratmaya hakkımızın olmadığını anlatmalıyız.
Örneğin yere tükürmemeyi, resimdeki insan müsveddesi gibi çevre kirliliği yaratmamayı, yerlere sakız atmamayı öğretmeliyiz.

Dağı taşı inleterek, ara gazı vere vere motor kullanmanın insanca bir davranış olmadığını anlatmalıyız.

Kurbana baltayla girişmenin insanlıkla bağdaşmadığından başlayarak, kurban kesmenin adabını anlatmalıyız örneğin…
Denize donla girilemeyeceğini anlatmalıyız örneğin…

Mangal kültürünü anlatmalıyız... İki pirzola için koca ormanları yakmamayı örneğin…

Sırada uygarca ve sabırla beklemeyi, başkalarının sırasına saygı göstermeyi öğütlemeliyiz örneğin…

… …

Ben anneyim demekle anne; ben babayım demekle baba; ben öğretmenim demekle de öğretmen olunmuyor çünkü.