Geçenlerde bir grup arkadaşla sohbet ederken, ilerleyen yaşlarımız nedeniyle bundan sonrası için ne düşündüğümüzü konuştuk. İçimizden birisi şunları söyledi:

            -“Benim artık bu teknolojik gelişmelerden kopmam mümkün değil. AVM’lerin falan olduğu büyük bir kentteki kapalı garajı olan bir sitenin yüksekçe bir apartmanının dublex dairesinde oturmalıyım. Kapıcı ekmeğimi getirip çöpümü götürmeli. Evimde internet, smart tv, kışın kombim, yazın klimam olmalı. İhtiyacım olan her şeyi yakın çevremde hazır bulabilmeli; hanım komşulara güne gittiğinde, ben de sitenin bahçesinde arkadaşlarla tavla partileri tertiplemeliyim.”

            Güzel hayallerdi ama doğrusu ya bana biraz tembel işi gibi geldi. Hayattan elini eteğini çekmiş; topluma verebileceği ya da üretebileceği hiçbir şeyi kalmayan ve köşesine çekilip Azrail’in listesinde en üst sıraya gelmeyi bekleyen birinin hayalleri gibi. Hani laf aramızda üzülmedim değil…

            Diğeri ise çok farklı bir pencereden söz etmeye başladı:

            -“Teknolojiye karşı değilim ama onların esiri olmak da istemiyorum. İnternetim, televizyonum, telefonum tabii ki olacak ama dahası uzak olsun. Ben şöyle deniz kenarındaki bir köyün kenarında, çitlerle çevrili bir arazinin ortasına yapılmış tek katlı bir evde yaşamak istiyorum. Köpeğim, kedim, tavuklarım olmalı. Sütümü yan komşudan alıp yoğurdumu kendim yapmalıyım. Toprağımı ekip biçmeli, ürünümü kendim değerlendirmeliyim. Oradan geçen tanımadığım birine elma verip, yolda oynayan çocuklara kiraz dağıtmalıyım. Hanımla sabah yürüyüşü yaptıktan sonra denizin buz gibi sularında serinleyip eve gelirken yol kenarından böğürtlen yemeli, kahvaltı masası için çiçek toplamalıyım.

            Arkadaşımın söyledikleri sanki benim düşüncelerimmiş gibi ya da sanki ben söylüyormuşçasına heyecanlandım. Ve kendi kendimi “Neden ben de böyle bir yaşam düşlemiyorum ki?” diye ayıpladım ve ekledim: “Evet, en azından bundan sonrası için böyle bir yaşamın hayallerini kurup gerçekleştirmek için çaba göstermeliyim.”

            Sonra da kendime şu soruyu sordum:

            -“Peki ama bu saatten sonra bunları yapacak gücün var mı, yoksa sadece hayal mi kuruyorsun?”

            Sonra da hiç duraksamadan kendi kendimi azarlarcasına yanıtladım:

            -“Hayattaki önceliğim bunları gerçekleştirmek olursa niçin olmasın!

AĞUSTOS BÖCEĞİ

            ABD’nin devlet başkanlarından biri Kızılderili reislerini New York’a davet eder. Reisler de daveti kabul edip gelirler. Kendilerine ayrılan araç ve görevlilerle birlikte kent merkezine doğru yol alırken, büyük bir şaşkınlıkla çevrelerine bakmaktadırlar. İnsanlar birbirini ezercesine koşturmakta, bağrışmalar, araç ve korna sesleri, kulakları sağır edercesine bir gürültü yaratmaktadır.

            Tam bu arada reislerden biri diğerlerine dönerek;

            “Ağustos böceği ne güzel şarkı söylüyor.” der.” Diğerleri de bunu “Evet, çok güzel.” diye onaylarlar.

            Onlarla birlikte araçta olan görevliler büyük bir şaşkınlık içinde:

            -“Siz bu gürültü arasında ağustos böceği sesi mi duyuyorsunuz? Ayrıca da ağustos böceğinin burada ne işi var?” diye sorunca, hepsi de

-“Evet, hem de çok iyi duyuyoruz.” diye yanıtlarlar.

            Bunun üzerine görevliler ağustos böceğinin gerçekten var olup olmadığını anlamak amacıyla, aracı durdurup dışarı çıkarak aramaya başlarlar. Ve çok geçmeden yan taraflarındaki parka girip birkaç adım atar atmaz, ağustos böceğinin o tiz sesini onlar da duymaya başlarlar. Başlarının üstündeki bir dala tutunmuş olan böcek tüm coşkusuyla şarkısını söylemektedir.

            Şaşkınlık içindeki görevliler reislere dönüp;

            -“Sizin mutlaka bizlerden farklı doğaüstü güçleriniz olmalı. Yoksa bu gürültüde o sesi duymanız mümkün değil.” deyince, reislerden biri;

            -“Aslında sizden hiçbir farkımız yok, yalnızca duymak istediğimiz önceliklerimiz farklı. Şimdi sana bunu kanıtlayacağım.” diyerek cebinden 10 sentlik bozuk para çıkarıp aceleyle koşturan insanların arasına yuvarlar. Paranın yuvarlanırken çıkardığı ses, aceleci kalabalık tarafından hemen algılanır ve herkes kafasını sesin geldiği yöne çevirip aynı zamanda da elini cebine atarak paranın kendisinden düşüp düşmediğini kontrol etme ihtiyacı duyar.

            Olayı şaşkınlıkla izleyen görevlilere gülümseyerek bakan reis her sözcüğün üzerinde durarak tane tane şunları söyler:      

            -“Hayatta neye önem verip önceliğe onu alırsanız; onu duyar, onu görür, onu hissedersiniz.”

            DÜŞÜNEN SÖZLER:

·       Eğer kendi öncelikleriniz planlarınız arasında yer almazsa, diğer insanların öncelikleri onların yerini alacaktır. Robin Sharma

·       Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır. Eflatun

·       İnsanlar özgür olarak doğar ama her yerde zincire vurulmuş olarak yaşarlar. J. J. Rousseau

·       Altın prangalar demir olanlarından çok daha kötüdür. M. Gandhi

·       Asıl hapishane insanın kafasında yarattığı hapishanedir. Hayatı sınırlayan hapishane odur ki, ilk fırsatta yıkılmalıdır. Dünyayı daha iyi kavrayabilmek için. Y. Güney

·       Birçok insan, olmaya karar verdiği kadar mutludur. A. LİNCOLN

·       Dünyada kişinin gerçekten mutlu olabilmesi için; seveceği bir insan, yapacağı bir iş ve umut edeceği bir şeyinin olması yeterlidir. T. BODETT

·       Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsanız hayatınızı bir amaca bağlayın, kişilere ve eşyalara değil. Einstain