Biz 68 kuşağı Afyon Liseliler, 25 yıldır, (ülkemizin herhangi bir yöresinde) yılda en az bir kez geleneksel olarak bir araya geliyor; bir yıllık ayrılığın özlemini gideriyor, yarım asrı aşan dostluklarımızı perçinliyoruz.

Bir de altı yıldır, kullandığımız bir web sayfamız var; bu sayfa kanalıyla da yazışıp, haberleşiyoruz.

Son günlerde, bu sayfada paylaşılan en önemli konu, “orman yangınları, ormanlık alanların talanı, yeşil katliamları, bilinçsiz ve denetimsiz ve de ruhsuz betonlaşma…”

Her orman yangınından sonrası ortak söylem; “yüreğim kanıyor, içim yanıyor…” oluyor.

“Ağlıyorum” diyen arkadaşlarım var.

Şimdi şöyle bir düşünüyorum da; “Niye pek çok kişinin umurunda olmayan bu yangınlar, benim arkadaş grubumun istisnasız tümünün ortak acısı, ortak sorunu oluyor?”

Oluyor çünkü o yıllarda, aşağı yukarı tüm ülke genelinde ve yine aşağı yukarı tüm öğretmenlerimiz, (hazreti mevzuatın(!) dışına çıkıp) öğretime bir süre ara verip eğitime ağırlık veriyorlar; öğrencilerine hissettirilmeden doğa sevgisi, yurt sevgisi, insan sevgisi ve görgü kurallarını aşılıyorlardı.

* * *

Zaman zaman bu konuları günümüz öğretmenleriyle (ve öğretmen olan kardeşimle) tartışıyorum.

Şunu söylüyorum onlara.

“Öğrencilerinize çevre bilinci aşılamıyorsunuz… Yurt sevgisi, insan sevgisi, görgü kuralları dersleri vermiyorsunuz…”

Anında tepki veriyorlar.

“Efendim var olan müfredatın dışına çıkamayız…”

Niye çıkamazsınız!

Bizim zamanımızda da bu mevzuat, bu müfredat vardı. Ama bizim öğretmenlerimiz, öğretim kadar eğitime de ağırlık verirdi.

O nedenle bu denli yoğun yurt sevgiyle yoğrulup, büyüdük biz. O nedenle yanan, kesilen her ağaç derdimiz, tasamız oluyor.

O nedenle arkadaşlarımızın büyük bölümü, işini gücünü bırakıp Kaz Dağları’na, Toros’lara, Salda’ya gidiyor, Kaz Dağları’na, Toroslara, Kuzey Ormanlarına, Salda’ya sahip çıkıyor(uz).

* * *

Şunu demek, sözü şuraya getirmek istiyorum.

Şu an ülkemize, seçeniyle, seçileniyle, doğayı hunharca kullanan bir kuşak, bir zihniyet, bir iktidar egemen.

Doğa tahrip oluyormuş, ormanlar yanıyor / yakılıyormuş, denizlerimiz, ırmaklarımız, yeraltı / yerüstü su kaynaklarımız kirleniyor / kirletiliyormuş umurlarında değil.

Yıllardır Kanadalı bir Firmanın, hepimizin gözü önünde; altın çıkarma uğruna, Kaz Dağları’nda yaptığı, vahşi tahribatı konuşuyor, tartışıyoruz.

Kanadalı bu firma, dünyanın dört bir yanında bu işi yapıyor, bu işi yaparken de acımasızca, hunharca bu vahşi tahribatı yapıyor. Ama kendi ülkesinde, ne bu firma, ne başka bir firma; bu şekilde davranabiliyor.

Neden?

Çünkü doğa ve ağaç sevgisiyle yetişen Kanadalı, kendi topraklarında bu vahşete izin vermiyor.

O nedenle, (bize göre daha olumsuz iklim koşullarına sahip olmalarına rağmen) Kanada’nın dört bir yanı orman, dört bir yanı yemyeşil.

* * *

Bizim öğretmenlerimiz; ağaçların da canları ve sezileri olduğu anlatarak, girerlerdi konuya.

Bu bilgilerle donatılıp, bu duygularla yoğrulduk biz.

Çevre bilinci o günlerimizde aşılandı bizlere.

Üççeyrek asrı devirdik; hepimiz hâlâ o aşının etkisindeyiz.

Evet, ağaçların da canları vardır.

Sezileri vardır.

… …

Peter Tompkins ve Christopher Bird, “Bitkilerin Gizli Yaşamı” kitaplarında anlatırlar…

Özetleyerek aktarıyorum…

“…Yalan makinesi uzmanı Amerikalı Clee Backster, güvenlik görevlilerine yalan makinesi aygıtının kullanım eğitimini verip, kursiyerleri gönderdikten sonra; can sıkıntısından, sırf eğlence olsun diye, yalan makinesinin elektrotlarını; orada bulunan, susuzluktan yaprakları büzüşmüş, tropikal bir bitkinin dallarına bağlar.

Sonra da susuz kalmış bitkiyi sular.

Yalan Makinesinin ibresi oynamaya başlayınca panikler.

İbre zikzaklar çizerek aşağı doğru inerken; Backster şaşkındır.

Tüm vücudunu saran titremeye engel olamaz.

Heyecanını yenip, normalleşince; bu kez cebinden çıkardığı çakmakla bitkinin bir dalını yakma girişiminde bulunur.

Yalan makinesi ibresinin, bu kez de tavan yaptığını görünce şaşkınlığı giderek artar.

“Olacak şey değil; bitki(ler) düşünceleri de sezinleyebilir mi?” diye kekeleyen Backster’ın, şaşkınlığı doruk yapmıştır.

(…)

Deneyler, deneyleri kovalar.

İnsanlık tarihinin önünde yeni bir dünya açılmıştır artık.

Deneyler; bitkilerin, sadece düşünceleri okumakla kalmayıp çevrelerindeki her şeyi hissettiklerini de ortaya koyar.

(…)

Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip.

Bilelim ki dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranılırsa, bütün bitkiler bunu hissediyor.
Hani “Kirazlı, Kaz Dağı değil” diyorlar ya, emin olun Kirazlı’da kesilen bir ağacın acısını sadece Kaz Dağlarında değil, Munzur’daki, Kuzey Ormanlarındaki, Salda’daki, Toroslardaki ağaçlar da hissediyor.

Elbet bir gün biz de hissedeceğiz ama o gün çok geç kalmış olacağız....”