Mustafa Necati Uğural, genç öğretmene, ‘…Artık okul hayatın bitti, mücadele hayatın başlıyor. Mesleğinin kutsal ve yüce amaçlarını tamamen kavramış olan diğer muallim arkadaşların gibi senin de bir an önce mesleğine koşmakta bir an bile durup düşünmeyeceğinden eminim’ diye sesleniyor ve sözünü, o yıl kabul edilen yeni Türk harflerine getiriyor:

‘…Türk harflerini yaygınlaştırma gibi şerefli bir görevinin de olduğunu, tüm memleket evlatlarını, bir an önce yeni harflerle okutarak, Türkiye’de okuma yazma bilmeyen bir fert bırakmayacak kadar geniş bir azimle çalışmak mecburiyetindesin…’ diyerek de ülkenin aydınlanma savaşında genç öğretmene zorunlu görevini bir kez daha hatırlatıyor ve devam ediyor:

‘Yeni Türk Harflerini çabuk öğren ve hemen herkese öğretmeye başla. Bu hedefe varmak için kürsü, mektep lazım değildir. Her yerde gördüğün kadın erkek, zengin fakir, çiftçi tüccar, köylü şehirli ayırmayarak derhal öğreteceksin! Milletimize yeni bir yükselme sahası kazandıracak olan bu büyük zaferi kısa zamanda kazanacağına inanmış olarak görevlerinde başarılar diler ve işe başlama haberini beklerim. Aziz meslektaşım.’

* * *

Mustafa Necati Uğural, 1928 tarihli bu mektubuna, üç yıllık bakanlığında, öğretmenlerin gösterdikleri samimiyete, milli eğitimin amaçları doğrultusunda, yorulmak bilmeden çalışmalarına, gurur ve onurla tanık olduğunu belirterek, “sizinle mesleki bir sohbet etmek istedim” diye başlıyor.

Öğretmenlere daha önceden gönderdiği anketler sonucunda fedakâr öğretmenlerin umumi dertlerini de özetleyen bu mektubu ayrıca yayınlatacağını belirtiyor.

Genel sorunları bu mektupla herkesin huzurunda yayınlıyorum, diyor.

Öncelikle gelen mektuplardan öğretmenlerin görev başında mutlu ve neşeli olmalarının kendisini çok mutlu ettiğini; bu tavrın, mesleğin geleceği açısından da önemli olduğunu anlatıyor.

Öğretmenlerin çoğunun bir meslek dergisini takip edemediklerinden yakındıklarını belirtiyor, bunu da sevinçle karşıladığını, bir öğretmenin “Okuyacak kitap bulamıyorum” demesi kadar övünülecek bir feryat olamaz, diyor.

“Okuttuğundan fazla okumayan bir öğretmen çabuk yıpranır, ihtiyarlar ve tükenir.

Dikkat ediniz; Okumaya meraklı ak saçlı bir öğretmen, daima taze, daima genç ve dinçtir.”

Doğu’da 500 okulda kütüphane kurduğunu, okumak isteyenlere de kitap göndermeye başladığını, bir yıl sonra ücretsiz kitaplar gönderme planları yaptığını anlatıyor.

Öğretmenlerin bir kısmının kendi memleketlerinde görev yapmak istediğini ama bunun tamamen duygusal bir karar olduğunu, memleketinden başka yerlerde görev yapmanın insanı geliştireceğinden söz ediyor…

Gelen mektuplarda, birçok öğretmenin öğretim araçları yokluğundan şikâyet ettiğini söyleyerek, bu öğretmenlerin zamanında okullarında el işi dersleriyle pek ilgilenmediğini sandığını söylüyor.

‘Çünkü Hayat Bilgisi dersi vermeye mecbur olan öğretmenin öğretim araçları adı altında çocuğun doğal çevresinin dışında şeyler düşünmesini garip buluyorum. Biraz düşünülünce pek kolaylıkla teslim olunur ki, bütün çevre ve doğa öğretmen için bitmez, tükenmez bir öğretim aracıdır. Bundan en üst düzey yararlanmak öğretmenin elindedir.’

Bir kısım öğretmenlerin de okul binalarının kötü olmasından şikâyet ettiğini belirten Mustafa Necati, öğretmenlere hiç okulu olmayan yerleşim yerlerini ve okulu olmayan öğretmenleri düşünmelerini istiyor…

Genç öğretmenlerin bir kısmının dedikodudan ve yalandan şikâyetçi olduklarını da belirten Mustafa Necati, işsizliğin tembelliğin en bariz özelliğinin, bu çok üzüntü verici durumlar olduğunu belirtiyor. Meslektaşlarına bu gibi durumlarla ilgili duruş ve ciddiyetlerine bir kez daha dikkat etmelerini öneriyor.

‘Dilimizde ‘Dilin kemiği yoktur’ sözü çok bilinir, biz öğretmenler de buna karşı ‘Kulağımızda kötü söze yer yoktur’ der geçeriz…’

* * *

Ölümünün ardından başta Atatürk olmak üzere, koca bir ülkenin gözyaşı döktüğü, tabutunu binlerce öğretmenin omzunda taşıdığı ve mezarı başında Başbakan İnönü’nün çok etkili bir konuşma yaptığı Cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının en önemli bireyi Mustafa Necati Uğural unutulmayacaktır.

Aramızdan ayrılışının 93. yılında bir kez daha saygıyla anıyor, ona ait, onun adını taşıyan kültür evininin adının nankörce bir tavırla Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi olarak değiştirilmesinin ne kadar acı bir durum ortaya çıkardığını ve bu acı durumu milyonlarca yurttaşımızın üzüntüyle izlediğini belirterek yazımı sonlandırıyorum…