Geçenlerde Sözcü TV’de Kemal Kılıçdaroğlu  ile yapılan röportajı izledim.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hangi anlam yüklediği anlaşılamayan yakıştırmasıyla “Bay Kemal”, her zamanki gibi formundaydı.

Bir gazeteci olarak 1990’larda tanıdığım Bay Kemal 40 yıla yakın süredir hiç değişmiyor, dün neyse bugün de aynı.

Son derece dürüst bir bürokrat olarak tanıdığım Bay Kemal, devletin “kör kuruş”una sahip çıkan bir karaktere sahip hissi vermiştir bana hep.

Prensiplere bağlı, devletine sahip, çalıştığı kurumda hata ve aksaklıklara göz yummayan, çalışanın hakkını sonuna kadar savunan bir “sosyal güvenlikçi” olan sayın Kılıçdaroğlu, bürokrasideki başarısını siyasete yansıtmakta zorluk çeken biri haline sokuldu.

Neden böyle oldu, anlamak zor değil.

Siyaset öyle bir “gayya kuyusu” ki, iyi insanı ve dürüst olan bürokratı, hırsızlığa göz yummayan devlet memurunu “harcama makinası” adeta…

Rahmetli Cumhurbaşkanı Demirel’in 1980 askeri darbesinden sonra seçimlere girme hakkı kazandığında partisine siyasetçi ararken “İyi insanı, gözü pek kişiyi, çalışkan ve dürüst kadroları bulmakta çok zorluk çekiyorum. Memuru, işçisi, sendikacısı, serbest çalışanı bulmak, bu kesimleri siyasete sokmak iyice zorlaşmış meğer. İnsanlar politika yapmaktan korkar hale gelmişler” demişti.

Ve “Darbeler, ihtilaller insanları adeta biçiyor ve siyasetten soğutuyor” diye devam etmişti rahmetli:

Daha sonra “Kala kala üniversiteler kaldı, şimdi oradan siyasetçi adayı çıkarmaya çalışacağım” diye de eklemişti.

Tabii bula bula Tansu Çiller’i bulacağı aklının ucundan geçmemiştir ama Çiller kendisi için hep “handikap”  haline gelmiştir.

Gerçekten darbelerin “iyi insanı” yok eden bir eylem haline dönüştüğüne tanıklık etmiştik o dönem…

Daha sonra cesur bürokratlar az da olsa çıkmaya başlamıştı.

İşte onlardan biri olan Kemal Kılıçdaroğlu’nu 1990 sonrası siyaset sahnesinde görüyoruz.

“Yolsuzluk dosyaları”nın peşinde koşan.

Bugüne kadar “dürüst insan” ve “devletine sadık bürokrat” olarak tanıdığım Kılıçdaroğlu, ne zaman ki siyasete atıldı, işte o zaman yıpranmaya başladı.

İrili ufaklı yolsuzluk dosyalarını ortaya çıkaran Kılıçdaroğlu, siyasete soyunduğu günden bu yana her zaman” boy hedefi” haline getirildi.

Siyasette “başarıyı yakalama” şansı hiç olmadı mı?

Oldu tabii ama yeteri kadar değildi sanırım.

Çünkü….

Kendisini “Avrupa ülkelerinin birinde” siyaset yapıyor sandı…

Ve yanıldı…

Sözcü TV’de izlerken her zaman “güçlü” görüntüsü veren CHP’nin eski liderinin heyecanını kaybettiğini ve partisine küstüğünü net olarak görebiliyordu herkes.

En azından ben öyle gördüm.

Kırgındı, yılgındı…

Peşpeşe seçim kayıplarının tüm faturaları ona çıkarılmıştı.

Oysa geriye dönük bakıldığında 1946’dan bu yana ( 46 seçimleri bile kafa  karıştırıcıdır) CHP genel seçimleri tek başına hiç elde edemedi..

Kimler geldi, kimler geçti saymaya sayfalar yetmez.

1960’lardan bu yana siyaset yapan eski genel başkanlardan rahmetli Deniz Baykal bile iktidara gelememişti.

Rahmetli Ecevit keza…

Peki liderler mi suçlu ve hatalıydı, yoksa  CHP’yi iktidara getirmeyi başaramayan halk mı?

Altı Ok” neden iktidara gelemiyordu?

Ok’lardan hangisinde “arıza” vardı?

Hiçbir lider bunu yorumlamadı veya yoruma yanaşmadı.

Neticede bir çok alanda hata yapılıyordu, yanlışların hepsini “6 ok”a yüklemek belki haksızlık  olurdu ama acaba Bay Kemal neden bayrağı burca dikememişti?

(Devam edecek…)