İnsanoğlu, yerleşik hayata geçtikten sonra doğaya karşı egemenlik kurup kontrol etmeye ve kendi isteğine göre biçimlendirmeye başlamış. O günlerden bugüne değişen çok fazla bir şey yok. Sanki tüm dünya sadece bizim için yaratılmış ya da üzerinde yaşayan tek canlı bizmişiz gibi onu tahrip etmeye, diğer canlıları da keyfimize göre kesip biçip yok etmeye devam ediyoruz. Kimi hayvanları kesip yerken, kimi bitkileri de yakıp ısınıyoruz ya da yerlerine turistik tesis konduruyoruz. Başta altın olmak üzere maden arama-çıkarma çalışmalarında ise taşıyla, toprağıyla ve üzerinde yaşayan bitki ve hayvanlarıyla katlettiklerimiz de cabası.

Hayvanların da tıpkı bizler gibi duygularının olduğu hepimizce bilinen bir gerçek. Seviniyorlar, üzülüyorlar, hatta ağlayıp gülüyorlar. Üstelik de bunları bizim gibi yapmacık değil, tüm içtenlikleriyle yapıyorlar. Buraya kadar tamam da acaba bitkilerde de bu tür duygusal etkileşim becerisi var mı? İşte bugünkü konumuz tam da bu.

1966 yılında, Amerika’nın tanınmış yalan makinesi uzmanı Cleve Backster, güvenlik görevlilerine poligraf aygıtının kullanımı eğitimi vermektedir. Boş kaldığı bir anda, sırf eğlence olsun diye yalan makinesinin elektrotlarını kocaman yapraklı tropikal bitkisinin üzerine yerleştirir. Yalan makinesi çeşitli korku, sevinç, şaşkınlık gibi durumların elektriksel değişimlerini ölçtüğüne göre, belki bitki de su dökünce seviniyordur diye alaylı alaylı da gülmektedir.

Bitkiyi suladığında galvanometre zikzaklar çizerek aşağı doğru iner. Oysa Backster yukarı doğru bir hareket beklemekteydi. Bitkinin yaprağını sıcak kahveye soktuğunda da beklediği tepkiyi göremez. Ama kibriti alıp bitkiyi yakmayı düşündüğünde birdenbire her şey değişir ve galvanometrenin ibresi tavan yapar. İnanamaz, kendi kendine; “Nasıl yani?” der, “Yoksa bitki düşüncelerimi mi okudu?”.

Eğlence amaçlı başlayan bu deney, insanlık tarihinin önünde yeni bir dünya açar ve deneyler deneyleri kovalar. Böylece de, bitkilerin sadece düşünceleri okumakla kalmayıp çevrelerindeki her şeyi hissettikleri de ortaya çıkar. Öyle ki, kendileriyle ilgisi olmadığı halde, kaynar suya atılan karideslerin ölümlerini, ya da elimize batan iğnenin acısını da hissediyorlar. Hatta kilometrelerce ötede olunsa bile yaşanan sevinç ve üzüntüleri de algılayıp tepki veriyorlar. Belki inanmayacaksınız ama korkutulduklarında baygınlık bile geçirmekteler.

Bir gün Backster’ın yanına şehir dışından gelen bir botanikçi bayan içeri girdiğinde bütün bitkiler sessizleşir ve hiç bir tepki gelmez olur. Sanki hepsi birden sessizliğe bürünmüştür. Bu durum o bayanın havaalanından uçağa binip gittikten 45 dakika sonrasına kadar sürer ve ondan sonra yeniden tepki vermeye başlarlar. Durumun nedenini araştıran Backster, bayan botanikçinin bitkileri kurutup ölçümler yaptığını öğrenir. Bitkiler, bayanı görünce korkudan bayıldığı için tepki verememişlerdir.

Backster, yeni bir deney tasarlar ve 6 yardımcısına aynı gece aynı saatlerde yapmak üzere farklı görevler verir. Görevlerden biri de gece yarısı gelip laboratuvardaki bitkilerden birini söküp parçalamaktır. Yardımcılar gece görevlerini yerine getirir. Backster ertesi gün yardımcılarını tek tek odasına çağırarak galvanometredeki değişimleri gözlemler. Sıra o gece bitkiyi parçalayan yardımcıya geldiğinde bütün bitkiler sanki çıldırır ve galvanometrelerin ibreleri tavan yapar. Bu deneyin ortaya çıkardığı şaşırtıcı gerçek ise bitkilerin sadece hissetmekle kalmayıp bunu hafızalarında tutarak unutmadıklarıdır. Bunun üzerine Amerika’da bazı adlî vakalarda orada bulunan bitkilerin şahitliğine başvurulmaya başlanır. Bitkiler asla yanlış sonuç vermezler çünkü yalan nedir bilmiyorlardır ki.

Bu çalışmalar makale olarak yayınlanınca, dünyanın dört bir yanından bilim adamları konu üzerinde çalışmalara başladılar. Sonuçlar ise akıl almaz boyutlarda. Örneğin, koparılmış bir yaprak, kendisine güzel sözler söylenmesi durumunda normal yapraktan aylarca daha uzun süre canlı kalabiliyor. Bitkiler, 120 km mesafedeki bir acıyı, sevinci hissedebiliyor. İnsanların düşüncelerini okuyabiliyor, kötülük yapanları hafızasına kaydedebiliyor. Ve aynı zamanda bu bilgileri diğer bitkilerle de paylaşıyor. Kendisine kötü davranılan bitki üzüntüsünden intihar bile ediyor. Yanındaki bitkinin susuz kalması durumunda kendi suyunu onunla paylaşıyor.

Bitkiler, bütün canlılarla iletişim kurma konusunda bizim hayallerimizin ötesinde bir hassasiyete sahip. Her biri doğanın bir parçası. Belki bir gün onlarla daha iyi iletişim kurabilirsek, tarihin bütün yaşanmışlıklarını bile anlatabilirler. 3000 yaşındaki bir zeytin ağacının nelere şahit olduğunu ve bize ne kadar değerli bilgiler aktarabileceğini düşünebiliyor musunuz? Avatar filminin esin kaynağı da bu çalışmalar ve elde edilen sonuçları.

Şunu kafamıza sokalım ki, dünyanın herhangi bir yerinde bir bitkiye kötü davranılırsa, diğer bütün bitkiler bunu hissediyor. Hani, “Kirazlı, Kaz Dağı değil” diyorlar ya, emin olun Kirazlı’da kesilen bir ağacın acısını sadece Kaz Dağlarında değil, Munzur’daki, Kuzey Ormanlarındaki, Salda’daki, Toroslardaki ağaçlar da hissediyor.

Ve bir gün bu acıyı bizler de hissedeceğiz...

Kaynak: Bitkilerin Gizli Yaşamı, Peter Tompkins/Christopher Bird, 1973, Sungur Yayınları, Çev: Sulhi Dölek. Derleyen: Osman Kutlu-Çağdaş durmaz.

DÜŞÜNEN SÖZLER:

·   Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak, kaybedeceğiz. H. Reeves

·   Doğada hiçbir şey kendisi için yaşamaz. Ağaçlar kendi meyvelerini yiyemez. Güneş kendisi için ısıtmaz. Ay kendisi için parlayamaz. Çiçekler kendileri için kokmaz. Toprak kendisi için doğurmaz. Rüzgâr kendisi için esmez. Bulutlar kendi yağmurlarından ıslanmaz. Doğanın anayasasında ilk madde şudur: Her şey birileri için yaşar. Birbiri için yaşamak doğanın kanunudur. Şaman öğretisi

·   Doğa insan olmadan da yaşar ama insan doğa olmadan yaşayamaz. P. EHLRİCH