Ayrıca AYASOFYA’NIN döne, döne üst katlara çıkılan uzunca taş döşeme yolu vardır. Ziyaretçilerin ayakkabı ve başörtüsü giy çıkar olayı zaman kaybettiren bazen de ayakkabısını kaybettiren bir dezavantaj yaratmaktadır. Zira turist sınırlı zaman için para ödeyerek gelmiştir. Az zamanda çok yer gezmek ister. Biz de yurt dışına turizm amaçlı gidersek aynı şeyi isteriz.

Kusura bakmayın biraz tafsilata dalarak koynu işledim. Hukuk, siyaset ve din açısından irdelemiyorum. İnsanî açıdan, daha faydalı olmak bakımından ve mantık açısından bakarak fikrimi arz ediyorum. Özünde bütün dinler haktır ve bütün peygamberler Allah’ın elçisidir. Bu meyanda inatlaşma, din duyguları ile düşünmek bizi yanıltabilir. Karşılıklı misillemeler ise asla hayır getirmez. Almanya’da yaşanan canilikleri yıllardır kınayarak takip ediyoruz. 3000 tanesi Almanya’da olmak üzere Avrupa’da 6000 (?) camimiz var. O ülkeler bizim cami yapmamıza izin verirken bizim dünya mirası bir kültür varlığını kişiselleştirmemiz bence doğru değil.

Otuz senede yedi, sekiz kere Ayasofya’ya gittim. Aldığım koku, hem cami kokusudur, hem kilise. Bütün camilerimizde bulunan sekiz isim Ayasofya’da da aynen var. Büyük kubbenin altında sıralanmıştır. Gayet büyük harflerle ”Allah C.C.; Muhammed Saa- Ebubekir- Ömer- Osman- Ali- Hasan ve Hüseyin” yazar. Ayasofya Müzesi bina olarak yüksek ve geniş bir yapıdır. Bu isimler üç metre çapında kocaman yuvarlak tahta zemine yazılmıştır. Oraya sonradan monte edildiğini anında anlarsınız. Bu mekâna her gittiğimde hep aklıma Hz.İsa ve sütunu parmağıyla delerek Ayasofya’yı kıbleye çeviren Hızır A.S gelir. Kiliseliği 1300 sene, camiliği 300-350 senedir. Ziyaretçilere aksettirdiği hissiyat, hem İsevî’dir, hem Muhammedî’dir.

Binaenaleyh bu mekân evrensel kültür mirası ve tüm insanların imanla, aşkla, şevkle baktığı bir ders aldığı, gıpta ettiği bir mekteptir. Herkes burada kendi dilinde çok şeyler okur, görür ve haz alır. Alıyor da zaten. Bu yüzdendir ki aslını İsevîlerin yaptığı bu dünya kültür mirası MÜZE OLMALIDIR. Camiye çevrilirse kiliseliği ölür; kiliseye dönerse Camiliği ölür. MÜZE olursa ikisi de yaşar.

Hatırlarsanız eğer, bir kaç yıl evvel “DÜNYANIN İKİNCİ YEDİ HARİKASI olacak tarihî eserler için tüm dünyada teklif açıldı. En çok teklif edilen YENİ YEDİ HARİKA tespit ve tescil edildi. Türkiye’den Ayasofya, Sümelâ ve Nemrut Dağı Tanrı Heykelleri (başka varsa hatırlamadım) teklif edildi. Hiç biri kabul görmedi. Kabul edilenler ile mukayese edersek, Sümelâ Manastırı eğer eski halinde olsa idi bu kadar tahrip edilmese idi, kesinlikle birinci gelirdi.

Müzesi bence seçilen YENİ YEDİ HARİKA’NIN üçünden on kat daha üstündür. Ama seçici kurul art niyetle baktığı için Ayasofya elendi. Benim gözümde AYASOFYA dünyanın YENİ YEDİ HARİKASI içindedir.

*

Mescid-i Aksa’nın, Altı Minareli Sultanahmet Camii ve Edirne Selimiye Camii “DÜNYA KÜLTÜR MİRASI” olarak tescillenmesinin daha doğru olduğuna inanıyorum. Bütün Türkiye’yi bilmiyorum. Baraj Suları altında kalacak olan HASAN HEHF, komple açık hava müzesi olacak bir ye r idi. Maalesef öldürdüler. Baraj suları altında kalmaması için boru hattı ile HASAN HEHF’İ baypas eden bir projemi ilgililere gönderdim ilgilenmediler. Kümbeti başka yere taşıdılar. Şehir duruyor. Selçuklu camii duruyor. Artuklulardan kalan onlarca eser ve yüzlerce mağara duruyor. Ve bunlar suların içinde kalacak ve ölecek. Bir barajın ömrü 100- 150 sene. 125 sene sonra işlevi bitecek bir baraj için 3000- 4000 yıllık tarih yok ediliyor.

Sonsöz:

Yukarıda tek tek ismini zikrettiğimiz eserler kimin yaptığı önemli değil BU ESERLER DÜNYA KÜLTÜR VARLIĞI olmaya lâyık eserlerdir.

Tamamen dünya turizmine açılması gerekir. Her biri birer hazinedir. Bu kültür hazineleri kimin sınırları içinde ise o ülke ve o toplum için bunlar birer nimettir. Ömür boyu döviz getirisi yanında, dostluk, insanlık, barış, sanat ve kültürde birleşmek adına müze zihniyeti en uygun karardır. Bu meyanda daha imlerdi gideceğim. Dünyada her sokağı müze olan bir tek şehir vardır. Sur içi İstanbul. Yani bizim İstanbul. İçindeki rezil ve berbat yamama binaları söküp atın. Ortaya çıkacak olan manzara, insanı şok edecek kadar harikadır.

*

İSTANBUL DEYİP GEÇMEYİN

Dünyada hakkında en çok şiir yazılmış, resmi yapılmış, fotoğrafı çekilmiş şehir İstanbul’dur. Yüz bin şiirden bir tanesini takdim ediyorum.

Bu şehr-i Stanbul ki bi-misl-ü bahadır

Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır

Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında

Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır

Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ

El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır

İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek

Gülzarların cennete teşbih hatadır

Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî

Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır

Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr

Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır

Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş

Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır

NEDİM (1680- 1730)

(Bu bir Kasidedir. 16 beyittir)

Seng: Taş

Gevher-i yekpare: Tek parça mücevher

Hurşid-i cihan tâb : Cihanı aydınlatan güneş

Seza : uygun, lâyık, münasip

El hak : Gerçektende, Allah bilir ki

Âb u heva: Suyu ve havası

Teşbih: Benzetme

Kûh: Dağ (buradaki mânâsı- Hıra ve Tur dağıdır)

Ebru-i melek : Meleğin kaşı (Mihrabı meleğin kaşına benzetiyor)

Lücce: Büyük, engin deniz

Lücce-i envar : Ruhlar denizi (erenler evliyalar mekânı)

Meh: Mehtap, dolunay

Lebriz-i ziya : Ağzına kadar ışıkla dolu olmak, nur saçmak

Revân-ı bahş : Cana can bahşetmek

Germ- âbeleri : Sıcak hamamları

*